Taner Bey Çorum’da oturuyordu. Kendisi emekli eğitimiydi. İstanbul’da görevli öğretmen kızından olma torunu Özgün, küçük kızından olma Emre iki gün önce gelmişlerdi. Çocuklar, 7. Sınıfa geçmişlerdi. Üç kızından Ortancalı da Samsun’daydılar. Onlar da bir gün önce gelmişlerdi Çorum’a. Bu kızından olan torunu Cemre de 6.sınıfa geçmişti.

O akşam, geç yattıkları için, sabahleyin de geç kalktılar çocuklar.

Tarih, 25 Haziran 2004 ve günlerden de pazardı.

Sabah kahvaltısından sonra Taner Bey eşiyle kızına:

“Bugün pikniğe gitmeye ne dersiniz?” demişti.

“İyi olur,” demişti eşi Ayşe Hanım. “Sevindirelim çocukları.”

“Hazırlanın öyleyse.”

Kitaplıkta bilgisayar oyununa dalmış olan çocuklar, “piknik” sözünü duyar duymaz, sevinçlerinden göklere uçmuşlardı.

Taner Bey’in boynuna sarılarak:

“Piknik için nereye gideceğiz Büyükbaba,” diye sordu Cemre.

“Babana sor kızım.”

“Hasan Zahir’deki piknik alanı nasıl baba?” diye sordu Murat Bey.

“Uygun elbet. Çamların altı gerçekten güzel! Doğayla baş başa, iç içesin. Mangal yakma yerleri, çocuklar için kaydıraklar, salıncaklar da var...”

“Yaşasın!” diye bağırdılar çocuklar.

“Ben biliyorum orayı,” dedi Efecan gülerek. “Daha önce de gitmiştik biz. Babam götürmüştü bizi.”

Efecan, Cemre’nin 5 yaşındaki kardeşiydi.

Çabucak toparlandılar. Alınacak ne varsa hepsini aldılar. Mangalı unutmadılar elbet. Kapıyı kilitleyip sokağa indiler. Arabanın bagajlarına tek tek yerleştirdiler alınanları. Ardından arabalara doluşup yola çıktılar. Yollarının üzerindeki fırından ekmek, marketten de sebze, tavuk, kömür ve diğer malzemeleri aldılar. Kentin merkezinden sonra Samsun yönüne doğru yola koyuldular.

Hasan Zahir, Çorum’un doğu kesiminde ‘Sıklık Boğazı’ denilen yerdeydi. 35-40 yıl öncesinde fidanlanan bu dar vadinin iki yakası kırk yılı aşkın bu süreç içinde yemyeşil çam ormanlarına dönüşmüştü. Burası, doğal, güzel ve hoş bir mekandı. Çorumlu, ilkyazdan songüze değin hafta sonlarında buraya gelir; aileleriyle, dost ve akrabalarıyla eğlenceli, güzel bir hafta sonu geçirirlerdi. Oranın dışında, Sıklık Boğazı’nın kuzeyine düşen ‘Çomar Barajı’ kıyıları; Çorum’un 22 km. kuzey batısına düşen ‘Çatak Koruluğu’ da Çorum çevresindeki piknik alanlarıydı.

Gidecekleri mekan, Samsun yolu üzerinde Çorum’a 8 km. uzaklıktaydı. Hasan Zahir Çeşmesi’ni geçer geçmez yolun soluna düşen bir yerdi.

Az sonra piknik alanına vardılar. İşleticileri, halkın rahat piknik yapmalarını sağlamak için park alanını sürekli temiz tutuyor, mini marketleriyle de halka hizmet veriyorlardı. Daha şimdiden, kalabalıklaşmaya başlamıştı çamların altı.

Onlar da arabalarını park alanında uygun buldukları bir yere park ederek indiler arabadan. Bagajlardaki malzemeler ve eşyalar indirilinceye kadar, Murat Bey uygun bir yer tutmaya gitti çocuklarla. Çok sürmedi döndü. Sonra öteberiyi yüklenip, tutulan yere taşıdılar. Belli aralarla, oturmak, yemek yemek için piknik masaları yerleştirilmişti çamların altına. Piknikçiler de kadınlı erkekli, çoluklu çocuklu olarak dolduruyorlardı piknik masalarını. Burası, her cins, her yaştan insan sesleri, gülüşleri, kahkahaları ve neşeli çocuk çığlıklarıyla dolup taşıyordu. Açıkçası, hava sıcaklığından çok insan sıcaklığı egemendi oraya.

Onlar yerleşinceye kadar çocuklar salıncaklara koştular. Efecan durur mu? O da seğirtti gitti, onların peşinden.

Gülay Hanım:

“Cemre, Efecan’a da sahip olun kızım!” diye seslendi arkalarından.

Cemre:

“Merak etmeyin anneciğim.” dedi.

Masaya oturarak aldıkları günlük gazeteleri gözden geçirmeye başladılar. Çevredeki piknikçilerin bazısı yemek hazırlığına başlamışlardı bile. Kimileri mangal yakıp, et-tavuk kızartmaya, kimisi de sofralarını kurup yemeye koyulmuşlardı bile. Çevreyi, iç gıcıklayan kızartılmış et kokuları sarmaya başlamıştı bile.

“Ben de mangalı yakayım,” dedi Murat Bey.

“İyi olur,” dedi eşi Gülay Hanım. “Akşam da döneceğimize göre geç kalmayalım Samsun’a.”

“Ben de boş oturmayıp yardımcı olayım sana,” dedi Taner Bey.

“Otur Allah aşkına Baba,” dedi Murat bey. “Yardım gerektirecek bir durum yok. Ben hallederim.”

“Sen gazeteni oku Baba,” dedi Gülay Hanım. “Gerekirse ben yardımcı olurum Murat’a.”

“Görüyor musun hanım?” Bizi, bu işlerde de emekliye ayırdılar.”

Ayşe Hanım:

“Sen kendini kıyıya çek, ondan sonra da seni bu işte de emekliye ayırdıklarını söyle.”

“Anne biz yapıyoruz ya işte.” dedi Gülay Hanım. “Hem Tülay da var. Babama göre bir iş yok ki burada.”

“Ne kadar değerli babanız varmış.”

“Anneciğim, niye öyle konuşuyorsun? Sen de çok değerlisin bizler için. Biz, senden de iş beklemiyoruz. Siz rahat rahat oturun, keyfinize bakın. Biz yaparız.”

“Boş oturmaya alışmamışım ki yavrum.”

Taner Bey:

“Ben de boş oturmayayım bari,” dedi. “En iyisi gideyim de çocuklara bakayım bir.”

(SÜRECEK)