Kainatın en değerli, en yüce, en şerefli yaratığı şüphesiz ki insandır. (İsra Suresi 70. ayet) Bunun için de yüce Allah, bu uçsuz bucaksız mevcudatı ve içindeki sayısız nimetleri insanın emrine vermiştir. Bütün bunlara karşılık dünya ve ebedi olan ahiret saadetini elde etmelerini istemiştir. Bu mutluluk yolunda insanı birçok çeşitli dünya sıkıntıları, bela, kaza, afat, hastalıklarla nefis ve şeytanla da çetin bir sınava tabi tutulmuştur. İnsan hayatını kişisel, ailevi, yöresel, ulusal, hatta küresel anlamda topyekün tesiri altına alan, insana hayatı zehir eden, dünyayı yaşanmaz hale getiren olaylar, insanoğlunun sınavıdır.

Ulu Allah şifasız hastalık, dermansız dert, fermansız yükümlülük, çözümsüz problem yaratmamış, mutlaka, dert ile dermanı, hastalıkla şifayı da aynı anda yaratmıştır. Gerek dünyevi ve gerekse uhrevi zorluk ve sıkıntıların giderilmesinde önlemlerini de beraber vermiştir. İnsan için bu dünyada en kıymetli nimet, olmazsa olmaz derecede olan sıhhat nimetidir. Bir insanın sıhhati yoksa onun için dünya da yoktur, nimeti de yoktur. Sıhhat olmayınca insan hiçbir şey yapamaz. Üstelik külfet haline gelir. Zahmet yükü olur. Sıhhat olmayınca, itaat de olmaz, ibadet de olmaz, hatta günah, kabahat da olmaz. Yani hasta için yaşamın bir anlamı kalmaz.

Durum böyle olunca önce sıhhat, sonra hayat... Ne diyor cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman; “Hak içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,

Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.”

Demek ki dünyada en büyük nimet devlet, en büyük devlet de bir nefes bile olsa sıhhattir.

Dünyayı yaşanmaz hale getiren; pireden deveye, köleden krala, bütün insanlara boyun eğdiren, nimetleri, imkanları kullanılmaz hale getiren, ayırımsız A’dan Z’ye, 7’den 77’ye herkese bulaşan ve en kısa zamanda öldüren COVİD-19, yani Koronavirüs salgını, insanlığın çetin sınavlarından biridir.

İnsanlığın topyekün düşmanı olan bu musibetin etkisinden kurtulmak için başta ilim, fen ve teknoloji bilginleri, bilim ve tıp bilginleri olmak üzere çareler, tedbirler üretmek, bütün hepimizin üzerine farzdır. Yani Allah’ın emridir. Çünkü sıhhatin, canın, malın, namusun korunması Allah’ın insanlara mutlak emridir. Bunlar akıl, mantık, ilim, irfan ve ayetlerle sabit bir gerçektir. Bunların hepsi malum olan, bilinen işlerdir.

*

Dünyada hiçbir olay tek yönlü, tek sebepli, tek nedenli değildir. Her olayın, belanın, musibetin, maddi ve manevi sebepleri vardır. Bu kötülüklerden kurtulmak için esasta olayların nedenlerini bulup onları ortadan kaldırmak gerekir. Bunun da kuralı; mevcut imkanları kullanmak, herkesin gücü nispetinde çalışmasıdır.

Temel esas; fiziki, maddi tedbirlerdir. Nedir bunlar? Asrın bütün bilimsel, fenni ve teknolojik güçlerini kullanmaktır. Hukuki, idari tedbirleri almak, uygulamak ve bu tedbirlere harfiyyen uymaktır. Örneğin; koronavirüsün aşısı, tedavisi konusunda bütün imkanların seferber edilmesidir.

Bela ve musibetlerden korunmada maddi tedbirler, mutlaka esastır. Olmazsa olmazdır. Ancak manevi tedbirler de son derece önemlidir. Dünyada tek kanatlı bir kuşun uçtuğu görülmemiştir. Dünyada bilinenler, bilinmeyenlerin yanında binde bir bile değildir. Elbette ki bilinmeyenler bilimsel araştırmalarla gün ışığına çıkacaktır. Burada maneviyatın da rolü yadsınamaz derecede önemlidir. Bütün insanlığın inancı genelde birdir. O da; kainatın sahibi, maliki, yaratıcısı, yaşatıcısı, sonsuz kudret, kuvvet ve rahmet sahibi olan Hz. Allah’tır. Bütün esbabın (sebeplerin), bütün efalın (fiillerin), yaratıcısıdır. Bir noktadan küçük olan virüsün de, 5 tondan büyük olan filin de, uçsuz bucaksız kainatın da, içindekilerin de tek yaratıcısı ve sahibi, maliki ancak ve ancak Hz. Allah’tır.

Dünya kurulalıdan beri bu gerçeği inkar edenler tek tük olmuştur. Ama bunun aksini ispat eden, yani haşa ve haşa Allah’ın yokluğunu ispat eden asla olmamıştır. Olamamıştır. Bu neden böyledir? İnsanlar mahlukat, yaratıklar acizdir. Zavallıdır. Hiçbir zaman kendisine yeterli değildir. Varlığı Allah’ın varlığına bağlıdır. Her istediğini yapamaz. Hastalanmam, ölmem diyemez. Bütün bunlar insanın kaderidir. Zavallılığının belgeleridir. Daima bir sebebe muhtaçtır. Sebeplerin sebebi de Hz. Allah’tır. Bütün bunları herkes biliyor. Ama ne yazık ki iman, yani hidayet herkese nasip olmuyor. Bu yazdıklarımın tamamı inkarı mümkün olmayan, 1500 senedir de bir benzeri ortaya konamamış olan Kur’an ayetleridir.

Gayrimüslimler, secde eden Müslümanlara bakarak yerlere secdeye kapanıyor. (Çok af buyurun) Hindistan’da ineğe tapan Hindular ineğin idrarını içerek ellerini de semaya kaldırarak dualar ediyorlar. Çünkü din fıtri, doğuştan ve kalıtımsaldır. İnanma, dayanma, güç alma, güvenme ihtiyacı içinde olan insan bunu bu inançla yapmaktadır.

Müslümanlar camide, evlerinde, Hıristiyanlar kiliselerde, evlerinde, Yahudiler havrada, evlerinde diğer inanç sahipleri kendi inançları doğrultusunda tapınaklarda hepsi bir yakarış ve yalvarış içindeler. Sığınmanın en özgün şekli ise İslamiyet’in özü olan ve bütün dinlerde de var olan duadır. Duanın en sistematik ve özü de ihlas ve samimiyete dayananı Müslümanlıktadır. Bu vesile ile yazımızda bir Müslümanın hayatında duanın yeri, önemi hakkında en doğru şekliyle bilgi sunmak ve toplumumuzu doğru yönde yönlendirmek isterim.

Üzerimize gölgesi düşen mübarek Ramazan-ı Şerif’in gün ve gecelerinde bilhassa oruçlu olduğumuz günde ve ıssız gecelerde yüce Allah’a dua ile iltica edip, R.SAV.in ifadesi ile “yok mu benden hastalığına şifa, yok mu benden derdine deva, yok mu benden günahlarına af isteyen, ne istersen rabbimin vaadi var, verecektir” buyurduğu bu mübarek ay ve günlerde dualarımızı yürekten yapmalı ve bu musibeti üzerimizden kaldırması için yüce Allah’a yalvarmalıyız.

Kandiliniz mübarek olsun. Belalar üzerimizden def olsun. Evlerimiz, yurdumuz ve tüm insanlık mutlu ve huzurlu olsun. Amin.