Beni tanıdınız mı?

Aşağıdaki fotoğrafa bir bakın hele...

Tanıdınız mı şimdi beni?

??!!..

Hâlâ mı tanımadınız beni?

Hiç şaşırmadım.

Sizde bu vurdumduymazlık, bu kadir kıymet bilmezlik varken; nerden tanıyacaksınız beni!

Göldüm ben göl...

Meke Gölü’ydüm.

Bu ülkenin nazar boncuğu, bu ülkenin ve bu dünyanın en güzel, en sevimli gölüydüm.

Konya’nın, Karapınar İlçesinde yaşıyordum.

Adımı, sularımın üzerinden hiç eksik olmayan; ben onlara, onlar bana sevdalı meke kuşlarından almıştım.

12 metreydi derinliğim...

16 bin hektardım...

Şimdi mi?...

Şimdi tek bir damla suyum kalmadı.

20 Eylül 2010 tarihi itibariyle, gözünüzün önünde, çırpına çırpına, bağıra bağıra öldüm.

Yıllardır, hasta yatağımda, “bana yardım edin, ölüyorum...” diye yalvardım size.

Hiçbiriniz parmağınızı oynatmadınız, kılınızı bile kıpırdatmadınız.

Siz nasıl insanlarsınız be... nasıl insanlarsınız!!??...

Ben kaç yaşındaydım biliyor musunuz?

??!!...

Biliyorsunuz. Onu da bilmiyorsunuz.

Neyi biliyorsunuz ki siz.

Siz ancak Bihter’in donunun markasını bilirsiniz ya da feşmekanca futbolcunun sevgilisinin adını...

Sizler, anca böyle şeylere kafa yorar, bunlarla uğraşırsınız.

Çevre, doğa, yeşil, su… Umurunuzda sanki sizin!

Nereden bileceksiniz siz benim nerede doğduğumu, nereli olduğumu, kaç yaşımda olduğumu!?...

400 milyon yaşındaydım ben... Tamı tamamına DÖRT – YÜZ - MİLYON...

… …

Bundan tam 400 milyon yıl önce (Pleistosen çağda) volkanik bir patlama sonucu oluşan kraterim (piroklastik konim), zamanla suyla dolarak göle dönüştü...

Daha sonra da günümüzden tam 9000 yıl önce, ikinci bir volkanik patlama ile sularımın ortasında ikinci bir volkan konisi oluştu. Zamanla o konim de suyla doldu; bir nazar boncuğu gibi, iç içe halkalı iki göl oldum.

Ben varken, üzerinde yaşadığınız, Anadolu dediğiniz bu coğrafya henüz böyle biçimlenmemişti...

Ben varken, Havva Ananız, Adem Babanız da yoktu...

Neleri, kimleri gördüm ben bilir misiniz? Kimleri besledim, kimlere kucak açtım, kimlere su verdim, kimleri yudum, yıkadım bilir misiniz?...

Hurriler, Mitanniler, Urartular, Sümerler, Asurlular, Hititler, Kassitler, Frigler, Karyalılar, Lidyalılar, Likyalılar, İyonlar, Kimmerler, Keltler, Persler, Romalılar, Selçuklular, Osmanlılar... hepsi... hepsi benim elimde büyüdüler.

Benim suyumdan içtiği için, o denli güzel oldu Hitit Prensesi Matanazi?
Makedonya Kralı Büyük İskender’e, ben yol gösterdim, ben…

Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’a, ata binmeyi ben öğrettim.

Mevlânâ’ya, Yunus Emre’ye, o duygu yüklü şiirleri ben yazdırdım. Ben esin kaynağı oldum onlara, ben...

… …

Haaaa… Bu arada... Yiğidin hakkı yiğide...

Doğruya doğru…

Onlar, sizlerden, sizin kuşağınızdan çok daha fazla değerimi bildiler... Sizlerden çok daha fazla sevdiler, kolladılar ve sahiplendiler beni…

Evet sizden...

Siz Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarından...

Siz Türklerden, siz Kürtlerden, siz Lazlardan, Çerkezlerden, Ermenilerden, Araplardan, Alevîlerden, Sünnîlerden, sağcılardan, solculardan, İslamcılardan, kapitalistlerden, sosyalistlerden, millîyetçilerden, muhafazakârlardan... şucularınızdan, bucularınızdan… çok daha fazla değerimi bildiler.

Ama siz bencilliğinizle, ihmalkârlığınızla, iş bilmezliğinizle... göz göre göre öldürdünüz, harcadınız, yok ettiniz beni...

Siz öyle, yok şucu / yok bucu diye birbirinizi yerken; sadece beni değil, benim gibi nice nice Meke’leri öldürüp yok ettiniz; yok etmeye de devam ediyorsunuz...

Neyinizi bölüşemiyorsunuz anlamıyorum ki!?...

Ne kadar gereksiz ve saçma sapan işlerle uğraşıyor, kendinizi ve dolayısıyla bizleri helak ediyorsunuz, ayırdında mısınız?

Öldüm ben diyorum, öldüm...

Anladınız mı, öldüm ben...

Beni siz öldürdünüz...

400 milyonluk yaşantım, sizin umursamazlığınız, vurdumduymazlığınız yüzünden sona erdi.

Sizsiniz benim katilim, siz...

Tuz Gölünün de, Manyas’ın da, Hoca Nasrettin’in gölü Akşehir Gölünün de, Beyşehir’in de... katilleri sizlersiniz.

Sizler birbirinizi yerken; aklınızı ve enerjinizi sadece birbirinizi yemeye kullanırken; yok oluyor bu coğrafyanın varlıkları birer birer...

Nasıl insanlarsınız siz ya...

Ne yaptığınızı ne halt ettiğinizi sanıyorsunuz?

Bu anlamsız kavgalarınız, bu anlamsız enerji kayıplarınız niye be kardeşim, niye?

Neyinizin değerini biliyor da, neyinizi paylaşamıyorsunuz lan?

Güldürmeyin beni...

Siz kiiimm, kadir kıymet bilmek kim?

Göz göre göre kurumaya terk ettiğiniz lan beni, kurtarmak için kılınızı bile kıpırdatmadınız.
Sadece beni de değil, nice gölleri, nehirleri, ırmakları kuruttunuz.

Şimdi kendi ellerinizle ateşe verip, yaktığınız ormanlarınızı mı paylaşamıyorsunuz?
Kendi ellerinizle kirlettiğiniz denizlerinizi mi, yoksa oluk oluk zehir akıttığınız ırmaklarınızı mı paylaşamıyorsunuz?

Yağmaladığınız yeraltı ve yerüstü zenginliklerinizi, öldürdüğünüz bitki örtüsünü mü paylaşamıyorsunuz?

Hele bi söyleyin bana... neyi paylaşamıyorsunuz?

??!!...

Size bir şey söyleyeyim mi, size!?...

Siz bu coğrafyayı da, bu coğrafyada yaşamayı da hak etmiyorsunuz.
Sakın, değişen yaşam koşullarının ve kuraklığın ardına sığınmaya çalışmayın... sakın!...

Zavallısınız siz, zavallı…

Dahası kadir kıymet bilmeyen nankörlersiniz.

... ...

Bakın benim ikiz kardeşim Kanada’da yaşıyor. Tanrı’m kaderini bana benzetmesin; hım demiş, burnumdan düşmüştür, çok benzeriz birbirimize...

Arada bir haberleşir, dertleşiriz.

Anlattığına göre, ona Kanada’da çok iyi bakıyorlarmış, oradaki insanlar, onun kıymetini çok iyi biliyorlarmış. Onu korumak, onu yaşatmak için ellerinden geleni yapıyorlarmış.

Orada yaşayanlar da insan, sizler de öylesiniz!...

Ne fark var aranızda biliyor musunuz?

??!!..

Ben söyleyeyim.

Aranızda ki fark, “kültür farkı”, “eğitim farkı” …

O nedenle bizi de kendinizi de çevrenizi de perişan ediyorsunuz.

Büyük ozan Nazım Hikmet’in dediği gibi; akrep gibisiniz kardeşim, akrep gibi...

Korkak, yüreksiz, ikiyüzlü ve bencilsiniz...

Yazıklar olsun size, öldürdünüz beni, yok ettiniz.

Öte dünyada, tüm sularımla birlikte yapışacağım yakanıza.

Öldürdünüz lan beni...

Öldürdünüz…

Siz öldürdünüz.

* * *

Yukarıdaki yazı, İbrahim Sediyani kardeşime ait.

Tabii yazı tıpa tıp böyle değildi.

Çok daha uzundu.

Özetledim... Özetlerken, yazıda ufak tefek tadilatlar yapmak zorunda kaldım. Yazının özünü bozmamaya özen gösterdim ama tadilat yaparken, elimde olmadan kendi duygularım, kendi tepkilerim de karıştı yazıya.

O nedenle, İbrahim Seyidani kardeşimin affına ve hoşgörüsüne sığınıyorum.

Bu yazıyı, “Başka Meke’ler ölmesin” diye köşeme taşıdım.

Siz de taşıyın, siz de yayın, siz de dağıtın bu yazıyı...

Dostlarınıza gönderin... onlar da kendi dostlarına göndersinler.

Sallayalım, silkeleyelim, (uyanacaklarını hiç sanmıyorum ama) uyandıralım bu sorumsuz, nankör insanları.

Başka Meke’lerimiz ölmesin...