Çıkrıklı gurbetçiler çoğu zaman akşamları, Kör Sefer’in çayevinde köylüleriyle buluşuyorlardı. Kimileri bir araya gelip söyleşirlerken; kimileri de, iddialı bir biçimde kâğıt ve domino oyununa dalıyorlardı. Kimi zamanda iki kişi bir araya gelerek “entel oyunu” dedikleri tavla oynuyorlardı. Arada bir “penc-ü se, severler güzeli gencise” sesi yükseliyordu. Sonunda yenen, tavla çantasını kapatıp yenilenin koltuğunun altına vererek: “öğren de gel koçum! Burası okul değil,” diyor; seyircilerle birlikte bir kahkaha savuruyorlardı. Yenilense kızmıyor, darılmıyor:

“Şans her zaman aynı kişiye gülmez.

Bir kez yenilmekle insan üzülmez…” diyor, çay paralarını ödüyordu.

Bir cumartesi günü akşamı Kör Sefer’in çayevinde otururlarken, köylüleri Külyutmaz Şakir çıkageldi.

“Selamünaleyküm köyümün güzel insanları!” diye onları selamladı.

“Aleykümselam Şakir Abi… Hele hoş geldiniz!” diye toparlandılar. Tek tek elini sıkıp, yer gösterdiler.

“Hoş bulduk, Çıkrık’ın koçları! Sizleri böyle her zaman bir arada, “canciğer kuzu sarması” olarak görmeliyim ha!” dedi.

“Eee” dedi Sadık. “Gurbet insanı birbirine daha çok yaklaştırıyor Şakir Ağabey. Herkes birbirinden güç ve destek alıyor.”

“Doğru dersin koçum. Ve de her zaman böyle olmalı,” dedi.

Külyutmaz Şakir, yıllardır İzmir’deydi. İzmir Belediyesinin kadrolu elemanlarındandı. 35-40 yaşlarında, gözünü budaktan, sözünü dudaktan esirgemeyen; bileği bükülmez, delidolu, civanmert bir delikanlıydı. Aynı zamanda dost canlısı, merhametli, yardımsever birisiydi.

Gelen çayları yudumlarlarken Külyutmaz Şakir:

“Yav çocuklar,” dedi. “Yarın bana çalışacak kaç kişi çıkar aranızdan?”

Sekiz on kişi parmak kaldırdı:

Sadık da merakla sordu:

“Hayrola Şakir ağabey? İşveren mi oldun yoksa? Ne yaptırıyorsun ki?”

Güldü Külyutmaz Şakir:

“İşveren olmak kim, biz kimiz yeğenim. Kendime bir hol ve iki odadan oluşan bir “saray” yaptıracağım,” dedi.

Ardından sürdürdü:

“Bir arsa almıştım Naldöken’de. Kumu, çimentosu, suyu, ağacı, tokacı, kapısı, penceresi, tuğlası, kiremidi hazır… Geriye sizin yardımınızla sarayın yapılması kalıyor. Yarın akşama kadar bu işin bitmesi lazım. Ne dersiniz?”

“Ne diyeceğiz ağabey,” dedi Necati. “Hay hay deriz.”

“Yarın akşama kadar da Allah’ın izniyle bitiririz,” dedi Sadık.

“Havalar oldukça sıcak geçiyor Şakir Abi,” dedi Tahsin. “Haftasına varmadan kurur, sen de içine taşınır kiradan kurtulursun.”

“İnşallah. Hele bir yapılsın da.”

“Yapıldı belle.” dediler.

“Darısı bize!” dedi Sadık.

İbişin, Sadık’ın ve Necati’nin ustalıkları iyiydi.

Necati:

“Ben senin arsayı görmüştüm Şakir Abi. Sabah arkadaşlarla birlikte gerekli malzemeleri alır geliriz.”

“Çok sağ olun çocuklar.”

Yengeç Ali, kafasına takılan bir soruyu Şakir’e sorup sormamakta kararsızdı.

Şakir.

“Var mı kafanıza takılan bir soru? Ya da diyeceğiniz bir şey?”

“Yok abi!” Dediler.

Yengeç Ali:

“Var, Şakir Abi” dedi.

“Sor, cancağızım.”

“Abi neden sana “Külyutmaz Şakir” diyorlar. Merak ettim doğrusu.”

Güldü, Külyutmaz Şakir.

yeğenim Ali. Bu alemde uyanık olacak, oyuna gelmeyeceksin. Gözünün yaşına bakmazlar yoksa. Harcarlar adamı. Sen aklını başına toplayıncaya kadar da, “atı alan Üsküdar’ı geçer.” Bu ne demek? İş işten geçer demektir. Saflık yapıp mandepsiye düşersen, yani aldatılır, tuzağa düşersen, hem elaleme gülünç olur, hem de enayi yerine konulursun.

(SÜRECEK)