Sanık kimse peygambere karşı yalan söylemenin yararı olmayacağını bildiğinden suçunu itiraf ederek gerçekten attığı taşla kuşun kanadını kırdığını itiraf eder ve “peki, sebepsiz yere bu işi niçin yaptın” der. O zaman suçlu şunu anlatır; “Geçmekte olduğum yol kenarındaki çeşmeden su içen bir serçe gördüm. Beni gördüğü halde korkup kaçmadı. Ben de güçlülüğümü ona göstermek için onu kaçırmak amacı ile yerden bir taş alıp buna attım. Taş kanadına dokunmuş olmalı ki kırılmış. Şayet bu kuş beni görünce kaçsaydı bu olay olmayacaktı. O kuş, ben ise insanım. Bu husus beni taş atmaya zorladı” dedi.

Hz. Süleyman kuşa döndü ve ona sordu: “Peki, çeşmeden su içerken adamın geldiği yere eğilip taşı aldığını gördün. Neden uçup kaçmadın ve kanadının kırılmasına neden oldun?”

Kuş cevap verdi: “Ey Allah’ın nebisi. Ben bu adamdan kaçabilirdim. Ben onun görünüşüne, kılık-kıyafetine, tam bir derviş kılıklı, Allah adamı görünümlü olduğuna aldandım. Yılanlar serçelerin etine aşıktır. Su içene yılan bile dokunmazmış. Bu kişi tam bir masum müslüman görünümünde, bu kişi kılık kıyafeti ile beni kandırdı. Ben bunun kıyafetine aldandım” dedi.

Hüküm: Hz. Süleyman divan üyelerinin görüşleri ve dinin emri ile suçlunun sol kolunun kırılmasına, sonra da kuşun ve suçlunun kırılan kanadı ve kolunun tabiblerce sarılmasına hükmetti ve karar serçeye ve adama okundu. İtirazları var mı soruldu. Suçlu itirazım yok dedi. Kuş ise; “Ey yüce peygamber. Benim kanadım ve bu kişinin kolu iyileşirler. Ben bu cezanın şu şekilde değiştirilmesini istiyorum. Bunun kolunun kırılmasını istemiyor ve ona hakkımı helal ediyorum. Ancak ona bundan sonra iyi bir müslüman, emin bir adam görünümü veren saç sakal derviş kıyafetiyle başkalarını da aldatmaması için onun sakalını kesip kıyafetini değiştirin. Bir daha aynı giysileri giymekten men edin ki kimse ona kanmasın, o da kimseyi aldatmasın. Benim arzum budur” deyince, kanadı kırık kuşun bu görüşü mahkeme heyetince de kabul görünce suçluya kılık kıyafet yasağı cezası verilir.

İnsan daima kendine yakışanı yapmalı, kendisinden bekleneni sergilemelidir. Bu da ihlas ve samimiyetle olur. Yoksa içi ayrı dışı ayrı olmaz. İnsan karpuz değildir. Dışı yeşil, içi karmızı olmamalı. Sözü nur, hareketi nar, ateş olmamalı. İnsanlar ne zaman bu erdemi yeryüzüne hakim kılarlarsa ne harp ne de darp olur. Kainatta huzur, emniyet, güven, mutluluk olur. Dini ve hukuki kuralların ana gayesi budur.

*

BİR MEDRESE –ÜNİVERSİTE- MOLLASININ ÖĞRENCİSİNİN İHLAS VE SAMİMİYETİ VE MADDİ ÖDÜLÜ

İhlas ve samimiyetin anası; Allah korkusu, Allah saygısı ve Allah sevgisidir.

Çünkü Allah’tan korkmayan kuldan utanmaz. Hesap vereceğine inanan insan, hesabını tam ve eksiksiz yapar. İşte buna da ihlas, halis, temiz insan demektir. Samimiyet yürekten işlenen doğruluk ve dürüstlük demektir. Bu özelliğe sahip olan duyarlı insanların elinden dilinden ve belinden asla zarar gelmez. Niçin; çünkü onlar, bir suç, bir günah işleyecekleri zaman Allah’ın yanlarında olduklarını bilirler, inanırlar ve gereğini yaparlar.

“Nerede olursanız olun, Allah cc. daima sizinledir.” (Bakara 286)

“Biz insana şah damarından daha yakınız ve daima onunlayız.” (Ali İmran, 118)

“Allah daima sizi gözlüyor. Hiçbir şey onun ilminin dışınd olamaz. Gözlerin hain bakışını bilir.” (Mümin-Gafir 19)

Bu inanca, imana sahip olan bir müslüman, kul hakkını nasıl yer, zulme nasıl bulaşır, elini ateşe nasıl sokabilir.

Bugünün eğitim ve öğretim sisteminin ilk-orta-üniversite eğitimi ne ise Osmanlı’da da medrese eğitimi, ibtidaiye, rüştiye, idadiye, fununiye ile yapılırdı. En önemli üniversiteler genellikle İstanbul’da, Bursa’da, Edirne’de, Amasya, Trabzon gibi yerlerle de ayrıca o zaman Osmanlının olan Bağdat, Şam, Mekke, Medine, Mısır gibi devlet büyüklüğündeki bugünün ifadesi ile eyaletlerde büyük üniversiteler vardı. Bunların en değerlileri ise İstanbul’da Fatih, Süleymaniye ve Mısır’daki Elezher üniversiteleri o zamanın İslam dünyasının en kaliteli ilim merkezleri idi. Osmanlının son zamanlarında maalesef medreseler iyi çalışmıyordu. İçlerinden en değerlisi İstanbul Fatih Medreseleri idi. İşte anlatacağımız olay bu medresede master yapan bir molla, ileri seviyedeki master öğrencisi ile ilgilidir.

Fatih medreselerinde okuyan bir öğrencinin (Molla: Master öğrencisi) başından şöyle bir olay geçiyor. Bu olayı çok eskiden okudum. Ama şimdi kaynağını bulamadım. Çünkü kitaplarımın çoğunu Hitit Üniversitesi’ne hibe ettim. Kaynak eser orada olabilir. Ama olayı ben defaatle okuduğum için iyi biliyor ve ona göre yazıyorum.

(SÜRECEK)