*** Albert Einstein, aptallığı tarif için, “aynı şeyleri yapıp her seferinde farklı sonuçlar beklemek” tanımlamasını yapıyor. Oysa, şu gök kubbenin altında, aynı şeyleri yaptığımız sürece, hep aynı sonuçları yaşamamızın kaçınılmaz olduğunu artık öğrenmiş olmamız gerekmez mi?
*** Örneğin, ne zaman oyuna gelip kutuplaştıksa, ayrıştıksa, kardeşliğimizi unutup birbirimizin gözünü oymaya kalkıştıksa, hep birlikte kaybettik. Başkalarının içimize akıttığı nefret zehiri, yalnız karşıt gördüklerimizin değil, kendimizin yaşamını da zehir etti.
*** Bugün de aynı şeyi yaparak, bizim gibi düşünmeyenleri düşman görerek, kendi ideolojimizi tüm topluma dayatma hakkına sahip olduğumuzu sanarak, güzel bir geleceğe ulaşabileceğimiz hayaline kapılıyoruz. Yanılıyoruz. Varacağımız yer, geçmişte yaşadıklarımızdan farklı olmayacak.
*** Toplumsal gerilimden duyduğum kaygıyla, -Gülse Birsel’in “herkes elindeki hakareti yavaşça yere bıraksın!” sözünden esinlenerek- yakın geçmişte bir kez daha yazmıştım, “Herkes ideolojik takıntısını yavaşça yere bıraksın” diye…
*** 12 Eylül 1980 öncesini değerlendirirken, “sağın da solun da aynı eller tarafından silahlandırılıp sokağa salındığı” gerçeğinde birleşiyoruz, ama bugün de benzer senaryolarla bizi birbirimize düşürmek isteyenlerin olduğunu, olabileceğini unutuveriyoruz. Argo deyişle, hemen “gaza geliyoruz”.
*** Ben bu sütunlarda, ısrarla “toplumsal barış, kardeşlik, birlik, beraberlik” çağrılarımı tekrarlamaya devam edeceğim. Çünkü, aksi istikamette “çıkış yok”! Benim gibi düşünmeyenlerin de belirli noktalarda haklı olabileceklerini kabul etmezsem, önyargısız biçimde mantık süzgecinden geçirmezsem, telafisi mümkün olmayan hatalara düşebileceğimi aklımdan çıkarmıyorum.
*** Herkesin de böyle düşünmesi gerekir. Hiç kimse, 81 milyonluk koca bir ülkeyi kendi kafasına göre dizayn edebileceği, tek renge dönüştürebileceği hayaline kapılmamalı. Ya da 265 binlik Çorum’u diyelim…
*** Meslek yaşamımda 48 yılı geride bıraktım. Demokrasi, barış, adalet, özgürlük özlemleriyle, insan sevgisiyle, Çorum sevgisiyle dopdolu bir 48 yıl…İstiyorum ki, bizim yaşayamadıklarımızı, eksikliğini hissettiklerimizi, çocuklarımız, torunlarımız yaşasın. Barışın, güzelliklerin, mutlulukların egemen olduğu bir “insanca yaşam” iklimi bırakalım arkamızda…
*** Ve bunun da bir tek yolu var: Birbirimizi anlamaya çalışmak, kabullenmek, hoşgörmek…Düşüncelerimize, tercihlerimize, yaşam tarzımıza saygı duymak…”Daha gelişmiş bir toplum, daha güzel bir yaşam” hedefine hep birlikte kenetlenmek…Çok mu zor?