Yıl 1927,
Cumhuriyetin henüz 4. yılı...
Ulu Önder Büyük Atatürk, çalışma arkadaşlarıyla içki sofrasında, ülke sorunlarını tartışıyor.
Ankara’nın imara açılacak yeni yollarının eni ve boyunun saptanmasıyla ilgili plan üzerinde fikir alışverişinde bulunuluyor...
Tartışma, “Ulus – Kızılay Caddesi’nin genişliği” üzerine yoğunlaşıyor.
Tartışma uzayınca; Atatürk, “... 30 m olsun!” deyip, kestirip atıyor.
Herkes şaşkın bir vaziyette birbirinin yüzüne bakıyor...
30 metre…
Öyle ya; devir, “üç beş otomobilin” trafikte olduğu devir...
Ama orada bulunanlar biliyorlar ki; Atatürk’ün bu önerisine, o an için (özellikle de bu ses tonuyla ifadesinden sonra) karşı çıkmaları da, pek akıl kârı değil...
Ata’nın önerisini kabul etmiş görünüp; “sabah ola hayır ola” mantığıyla, konuyu değiştiriyorlar.
Ertesi sabah, Ata’nın huzuruna tekrar çıkılıyor, uygun dille ve üslupla; “...İmara açılacak Kızılay Caddesi’nin genişliğinin, ne kadar olması gerektiği?” tekrar soruluyor Ulu Önder’e…
Atatürk bu kez; “... Arkadaşlar...Akşam sofrada, bir an için düşünemedik(?!) ...Bir başkentin ana caddesinin genişliği hiç, 30 m olur mu(?!) ... 50 metre olsun!” diyor.
Heyettekilerin gözleri fal taşı gibi açılıyor...
Ağızlar bir karış açık, neredeyse küçük dillerini yutacaklar...
“... Nee!?...” diyorlar, “50 metre mi?!...”
“Evet!” diyor, Ulu Önder, “50 metre!...”
Yetkililer; alı al, moru mor bir suratla, huzurdan çıkıyorlar...
Ve neticede bugün Kızılay Caddesi olarak bilinen cadde; 50 metre olarak, plânlanıyor ve yapılıyor...
... ...
Yıl 2023...
O günden bugüne; (yani caddenin, trafiğe açılmasından bugüne) caddede en ufak bir genişleme çalışması yapılmadı. Yolun genişliği, o gün plânladığı gibi; hâlâ, 50 metre... Ve cadde; mevcut trafiğin (şimdilik), anca hakkından gelebiliyor.
Bunu niye mi anlattım?...
??!!....
Şunun için anlattım.
Düşünmüyoruz.
Günübirlik yaşıyoruz.
İlerisini düşünmeden, yapmış olmak için yapıyoruz.
Gelecek ve gelecek kuşaklar umurumuzda bile değil.
Hanya, Konya, Alanya, Çorum, Kastamonu, Elazığ, orası ya da burası…
Hasbelkader herhangi bir yerleşim merkezimizin kaderini belirleme yetkisini öyle ya da böyle bir şekilde ele geçirmişiz.
Görevi bıraktığımız an, ardımızdan “Sadece görevli olduğu yılları düşünerek değil, elli yıl, yüz yıl sonrasını düşünerek görev yaptı…” dedirtmeliyiz.
Yirmi yıl, otuz yıl, elli yıl sonra “Bu yolu, bu yeşil alanı, bu binayı falanca belediye başkanı planlayıp, yapmıştı. Allah razı olsun, hâlâ kullanıyoruz…” dedirtmeliyiz.
Kim gibi?
Ulu Önderimiz gibi…
Biz ne yapıyoruz?
Günü birlik yaşıyor, günü birlik icraat yapıyoruz.
Yıllar sonra arkamızdan ne söylenir, nasıl anılırız düşünmüyoruz.