Rus edebiyatının büyük roman yazarı Tolstoy, iyi bir öyküyü şöyle tanımlar:

“Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.”

Evliya Çelebi’nin büyülü dünyasında sağlık önemli bir yer tutar; çünkü Çelebi’nin yaşadığı dönemde sınırlı sağlık sistemi ve salgın hastalıklar insanların belini bükmekteydi.

Evliya Çelebi’nin muhteşem hikâyesi de böyle bir yolculuğa çıkmasıyla başlar. Çelebi’nin aldığı notlardan meydana gelen Seyahatname’sinde birçok gerçeküstü olaya yer verildiği gibi veba, cüzzam gibi salgın hastalıklar, alternatif tıp yöntemleri ve birçok şifa kaynağı hakkında ayrıntılı bilgiler verilir.

Viyana gezisinde Evliya Çelebi'nin en çok ilgisini çeken, tanık olduğu beyin ameliyatıdır.

Çelebi’ye göre, Raba Suyu isimli savaşta kralın bir akrabasının başına kurşun saplanmış, ama bu kurşun çıkartılamamıştı.

Kral, doktorlara akrabasını tedavi etmelerini aksi halde hastaneyi kapatacağı tehdidi savurması sonrası tecrübeli bir doktor hastayı ameliyata aldı.

Çelebi, ameliyatın ayrıntılarını şöyle aktarır (günümüz Türkçesi ile):

“Hasta getirilip dört ayaklı bir sedir üzerine çırılçıplak yatırılır. Başı, burnu tamamen şişmişti. Hemen hekimbaşı tüm herkesi kovup bir yardımcısı ve hasta ile sıcak, camlı bir odada kaldı. Yaralıya bir fincan safran gibi bir su içirince adam kendinden geçip bayıldı.

Hekim odanın içinde bir mangal ateş yakıp bir köşeye koydu. Hemen o an yaralının vücudunu hekimin yardımcısı kucağına aldı. Cerrah, yaralının başına bir tasma kayış bağladı. Keskin bir usturayı eline alıp yaralı adamın önüne oturdu. İki kulaklarına kadar adamın başının derisini çizip sağ kulağı yanından deriyi biraz yüzdü. Kafa kemiği bembeyaz belli oldu ancak hiç kan akıtmadı.

Hemen cerrah yaralının kulağından ileri şakak dedikleri yerden kafayı biraz delip bir demir mengene sokup mengenenin burmasını burdukça adamın kafa derisi çizilen yerden takke kadar kafası kalkmaya başlayıp yaralı adam biraz hareket etti.”

Kafatasını açan hekim Evliya Çelebi'yi yanına çağırır ve kurşunu gösterir. Bu sırada yaralının beyni de görünmektedir. Evliya Çelebi ağzını ve burnunu makramesiyle kapatarak yaralının başına yaklaşır ve kafatasını, beyni inceler. Evliya Çelebi gördüklerini ise:

“Sonra yine mengeneyi burdukça adamın kellesi açılıp kelle içinde beyni belli olup kellenin içi kulaklarına dek sulu kan ve bazı sıvılar ile dolup beynin yanında kurşun orada durur.

5 dirhem çakmaklı bir tüfek kurşunu imiş, beyninin zarı yanında kırmızı kana bulanmış durur. Cerrah hemen acele ile kurşunu aldı, sarı bir sünger gibi bir şeyle de kurşunun bu kadar zamandan beri durduğu yerdeki uyuşuk kanları ve sarı sulu karışımları tamamen süngerle aldı.

Hemen yine acele ile kafatasını yerine koyup tepesinden ve çenesi altından yassı kayışlarla sağlamca sarıp meydana bir kutu getirip koydu. Başının kesilen yerlerini birbirine yakın getirip o kutunun içinde iri atlıkarınca dediklerinden birini demir bir cımbız ile alıp adamın kesilen yerlerine karıncanın başını koydu, hemen aç karınca iki deriyi birden ısırınca cerrah karıncanın belinden makas ile kesip karıncanın başı iki deri kenarlarını ısıra kaldı.

Onun yanına bir karıncayı daha öyle koydu. Kısacası bir kulaktan bir kulağa kadar 80 adet karıncaya yaralı başın derilerini ısırtıp merhemler sürüp sarıp sarmalayıp yaralı adamı döşek üzerine dayadı, iki yanlarına 60 yastıklar koyup adamın kellesinde olan kurşun deliğine bir fitil sokup onun da üzerine merhem sürüp sardı.” şeklinde anlatır.

Ameliyat sonrası hekimbaşı, Evliya Çelebi'ye neden ağzını burnunu makrameyle kapattığını sorar. Evliya Çelebi'nin yanıtı çok ilgi çekicidir:

“Belki bakarken ya aksırsam ya öksürüp nefes alıp verirken herifin kellesi içre rüzgâr girmesin diyü ağzım ve burnum kapadım” diye söyleyince cerrah Evliya’nın bu düşüncesine olan takdirini şöyle belirtir:

“Aferin, mübarek ol... Sen bu bilimle uğraşsan usta ve uzman bir cerrah olurdun.” der.

Bu konuşmalardan, ameliyatlarda hastanın mikrop kapma tehlikesine karşı cerrahların maske kullanması uygulamasının o dönemde henüz bulunmadığını anlıyoruz. Ameliyatı yapan cerrah böyle bir önleme gerek görmezken Evliya Çelebi’nin ağzını ve burnunu mendille kapaması, cerrahların nasıl davranması konusunda örnek oluşturuyor. Ameliyatlarda maske takma uygulaması birkaç yüzyıl sonra başlayacakken Evliya Çelebi ameliyata girecek kişilerin nasıl davranması konusunda daha 17. yüzyılda örnek bir tutum sergiliyor.

Çelebi’nin bu tutumu, dönemine göre sadece cerrahlara veya sağlıkçılara yönelik örnek bir uygulama olarak algılanmamalı. Son iki yılı aşkın bir süredir tüm dünyayı etkisi altına alan salgın sürecinde de uzmanların aşı öncesi ve sonrasında dile getirdikleri tedbirlerin başında MASKE kullanımı geliyor.

Bu konuda güzel başladık ama devamını getiremedik diye düşünüyorum. Artık gündelik hayatımızın bir parçası haline gelen maskeleri kolumuza takarak vs. kendimize has uygulamalar ile ya bir süs eşyası haline getirdik, ya da “Nasıl olsa aşı oldum. Artık bana bir şey olmaz. ” düşüncesine kapılarak bir kenara attık.

bir korunma yöntemi olmadığını, sadece yakalanmanız halinde hafif atlatmanıza yardımcı olacağından, esas korunma yönteminin MASKE-MESAFE ve HİJYEN olduğunu uzmanlar her fırsatta dile getiriyor.

Etrafımızda sevdiğimiz, değer verdiğimiz insanları hatırlayalım ve kurallara uyalım. Yüzyıllar öncesinden kaleme aldığı seyahatnamesinde bizlere bu mesajı veren Evliya Çelebi’ye de en azından kulak verelim.

Unutmayın! Hayat pahalı ve tekrarı yok.

En güzel günler sizlerin olsun.