Zordur insan denen canlıyı anlamak.

Sahip olduğu aklı ve gücü, neden, niçin, niye gereksiz ve boş alanlarda kullanır, zordur açıklamak.

50 yıl, 100 yıl, 500 yıl, 1.000 yıl, 5.000 yıl değil 50.000 yıl önce yaşamın gerçeklerini görme ve öğrenme olanağını yakalamasına rağmen neden, niçin, niye bu durumdadır anlamak ve anlatabilmek mümkün değildir.

Oysa bu süreç içinde, genetik değişimine uygun bir hızla evrilip, aklını ve zekasını diğer insanlarla birleştirme becerisini gösterse; bugün, galaksiler arasında seyahat ediyor olacak, mutlu ve huzurlu bir yaşam sürüyor olacaktı.

Oysa aklını kullanmamayı, bencilliği, kavgayı, öldürmeyi ve ölmeyi seçti insanoğlu.

… …

Geleceğini karartan insanoğlunu irdelemek için yüzeysel olarak şöyle bir tarihin derinliklerine uzanalım…

Bakın neler yaparak geleceğini kararttı insanoğlu…

* Devir Mısır İmparatorluğu, devri.

Dönemin Fizikçi ve Gök Bilimcisi Kamose Menes; “…Anıt mezarların ve piramitlerin, ölümden sonra kimseyi canlandırmayacağını…” dillendirdiği için öldürüldü.

Onunla beraber tüm bilgileri, birikimleri ve düşünceleri de öldürüldü.

* Antik Mısır'ın diğer bir filozofu Amentebat; “…İnsanları mumyalayarak öbür dünyaya gönderemezsiniz'' dediği için ailesi ile birlikte yok edildi,

Onunla beraber bilgileri, birikimleri ve düşünceleri de yok edildi.

* Romalı Matematikçi, Gökbilimci, Filozof Flavus Lucretius Claudius; “…Roma Tanrı’larının masal olduğunu” söylediği için öldürüldü

Onunla beraber bilgileri, birikimleri ve düşünceleri de öldürüldü.

* Antik Yunanlılar, devrin en büyük filozofu olan Sokrates'i, “Yunan tanrılarına inanmadığı için” öldürdü.

*Onunla beraber bilgilerini, birikimlerini ve düşünceleri de öldürdüler.

* Avrupa Engizisyon mahkemeleri tarafından 50.000 aydın, düşünür, filozof ve sanatçı yakılarak öldürüldü.

Onlarla birlikte tüm kazanımları, tüm bilgileri, birikimleri ve düşünceleri de öldürüldü.

* Kapalı evren görüşünü ilk reddeden İtalya’dan filozof Giardano Bruno, “Dünya güneş etrafında dönüyor dediği için…” İtalyan Kilisesi tarafından Roma'da diri diri yakıldı.

Onunla beraber geleceğe ışık tutacak bilgileri, birikimleri ve düşünceleri de yakılmış oldu.

* Paleolitik Çağ'dan itibaren son 40.000 yılda sayımsal (istatistik) olarak sayıları 143 milyon olarak hesaplanan üstün zekalı insan “dinlere, tanrılara, dogmalara, tabulara, masallara” inanmadığı için öldürüldü.

Onlarla beraber geleceğe ışık tutacak bilgiler, birikimler ve düşünceler de öldürülmüş, yok edilmiş oldu

* * *

Bilime ve bilim insanlarına karşı sürdürülen bu kıyım, bu barbarlık olmasaydı; bugün dünya insan varlığının %5’i değil %35'i üstün zekalı olacaktı.

Endülüs ve İskenderiye kütüphaneleri yanmamış, bilim, sanat, felsefe üreten değerli insanlarla birlikte fosil yakıt yakmadan, daha temiz bir dünyada yaşıyor olacaktık.

Akıllı ve zeki insanların genleri bize aktarılamadı...

… …

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada şöyle bir paylaşım gördüm; pek bir hoşuma gitti. Şöyle diyordu o paylaşım; “Cübbeli Ahmet ile Stephen Hawking aynı zaman diliminde yaşadılar, bizim hissemize Cübbeli düştü…”

Doğru mu?

Doğru.

Peki bu bir rastlantı mı?

Asla değil!

Olayı anlayabilmek için; “… Antik Yunan’a dayanarak, Rönesans’ı; Rönesans’a dayanarak “Aydınlanma Hareketini” yaratan; ardından da 1776 Amerikan Devrimi’ni ve 1789 Fransız İhtilalini yapan Avrupalılara ve de içimizden birilerinin pek bir özendiği Osmanlı ne yapıyordu…” bunlara bakmak gerek.

Resim ve heykel sanatında Avrupa’da Leonardo Vinci, Rafaella, Michelangelo gibi dâhiler yetişirken Osmanlı’da resim yapmak günah, heykeller ise put olarak kabul ediliyordu.

Batı ülkelerinde Dante, Shakespeare, Cervantes gibi hümanist edebiyatın öncülüğünü yapan sanatçılar yetişirken, Osmanlı’da tek bir edebiyatçı bile yoktu.

Bilim dünyasında Kopernik, dünya merkezli evren kuramını çürütüp, dünyanın güneşin etrafında döndüğünü açıklamasıyla oluşturduğu bilimsel devrimden otuz yıl sonra Takiyüddin Efendi’nin Tophane sırtlarına kurduğu zamanın en büyük rasathanelerinden biri, “Tanrı’nın işine karışma” gerekçesiyle Şeyhülislamın fetvası, Padişah 3.Murat’ın emri ile kıyıdan top ateşine tutuluyordu.

Francis Bacon, Thomas Hobbes, John Locke, Rene Descartes, Spinoza gibi bilim insanları dünyayı algılamak için çaba sarf edip, birlikte yaşamanın kurallarını koyarken, biz çoktan felsefecileri zındık ilan etmiş, felsefe ile de uğraşmayı da yasaklamıştık.

Matbaayı bile üç yüz sene sonra kurarak bilginin yayılmasını önleyen bizim gibi toplumlara Hawking düşecek değil ya; elbette Cübbeli ve onun gibiler düşecek. Eller aya giderken, bizler yaya gideceğiz.

Gelişmiş ülkeler el avuç açacak kadar, onlara muhtaç olacağız.

* * *

Sözün özü, bu toprakların bahtsızlığı yıllar, asırlar öncesinden yazılmaya başlanmıştır.

Ulu Önderimiz Atatürk, okuma yazma bilmeyen, cahil bıraktırılmış bir toplumda aydınlanma olamayacağını anlamış; bu bahtsızlığı kırmak için önce okuma yazma seferberliğini başlatmıştı.

Köy enstitüleri bu aydınlanma kavgasının başlangıcıydı ama Atatürk’ün erken ölümünü fırsat bilen toprak ağaları buna izin vermediler.

Bugün aşağı yukarı tüm kentlerimizde üniversite var ama kafa hâlâ aynı kafa olduğu için bu üniversitelerimizde verilen eğitim düzeyi, 1960’lı yılların liselerimize verilen eğitim düzeyi kadar.

Bu üniversitelerimiz, nasıl öğretim görevlisi olduğu anlaşılamayan öğretim görevlileriyle dolu.

Örnek mi?

Örnek o denli çok ama ben ad vermeden sadece bir profesörün(!) söylemini dillendireyim, yorumu size bırakayım.

Aynı zamanda rektör yardımcısı olan bir Bay Profesör(!), “Ben cahil halkın ferasetine güveniyorum…” diyor.

Kim söylüyor bunu?

Bir profesör!

Gel de “vah benim Türkiye’m” deme.

Bu topraklarda neden bu denli Cübbeli kaynadığını, anladınız mı şimdi?