“Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler, ağzına dolar insanın. Sussan... acıtır; konuşsan... kanatır.”

*

Bu da geçer ya hu' sözünün hikâyesi, Bizans dönemine kadar uzanır. Bizanslılar başlarına iyi ya da kötü bir şey geldiği zaman 'K'afto ta perasi' demektedirler. Söz, Selçuklular döneminde İran'a ulaşır ve Farsça, 'İn niz beguzered' olur. Osmanlı döneminde tekkelerde benimsenir ve sonuna "Ya Allah" manasına gelen "Ya Hu" eklenir.

Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır ve ona yardım etmeleri için ricada bulunur. Köylüler, bunun için maddi güçlerinin olmadığını söyleyerek onu köyün zenginlerinden olan Şakir'in çiftliğine yönlendirirler. Derviş çiftlikte çok güzel ağırlanır ve ihtiyaçları karşılanır. Gitme vakti geldiğinde vedalaşırken Şakir'e, "Bu kadar zengin olduğun için şükret" der. Şakir de ona, "Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen gerçeğin ta kendisi değildir, bu da geçer" diye karşılık verir. Derviş çiftlikten ayrıldıktan sonra bu söz üzerine uzun uzun düşünür.

Yıllar sonra dervişin yolu yine aynı köye düşer ve Şakir'e uğramak ister. Yolda köylülerden Şakir'in sel felaketinden dolayı her şeyini kaybettiğini ve köyün diğer zengini olan Haddad'ın hizmetkarlığını yapmaya başladığını öğrenir. Haddad'ın çiftliğine gittiğinde Şakir'in iyice yaşlanıp fakirleştiğini ve üzerinde eski püskü giysiler olduğunu görür. Şakir dervişi yine aynı mütevazılık ve misafirperverlikle ağırlar. Derviş vedalaşırken Şakir'e durumundan dolayı çok üzgün olduğunu söyler. Şakir de ona, "Üzülme. Unutma bu da geçer" cevabını verir.

Derviş gezmeye devam eder ve 7 yıl sonra yolu yine aynı bölgeye düşer. Bu gelişinde her şey son bıraktığından çok farklıdır. Haddad yıllar önce ölmüş ve ailesinden kimse olmadığı için tüm servetini en sadık hizmetkârı olan Şakir'e bırakmıştır. Böylece Şakir yeniden köyün en zengini olmuştur. Derviş, eski dostuna yeniden her şeyin yoluna girmiş olmasına çok sevindiğini söyler ve aldığı cevap yine aynıdır: Bu da geçer.

Bir zaman sonra derviş Şakir'i arar ve köylüler ona Şakir'in mezarının bulunduğu tepeyi işaret eder. Derviş, mezarına ulaştığında mezar taşının üstünde "Bu da geçer" yazdığını görür ve "Ölümün nesi geçecek?" diyerek sinirlenir. Bir süre sonra dostunun mezarını ziyaret etmek istediğinde büyük bir sel felaketinden dolayı tepeye ve Şakir'e dair geriye hiçbir şeyin kalmadığını öğrenir.

O dönemlerde ülkenin sultanı; kendisi için mutsuz olduğunda ona umut verecek, mutlu olduğunda ise onun rehavete kapılıp tembelleşmesini önleyecek bir yüzük yapılmasını ister. Hiç kimse sultanı tatmin edecek bir yüzük yapamaz. Sultanın adamları dervişten yardım ister. Derviş, sultanın kuyumcusuna bir mektup gönderir ve kısa bir süre sonra yüzük sultana sunulur. Sultan, ilk başta son derece sade olan bu yüzüğü anlamlandıramaz fakat sonra üzerinde gördüğü "Bu da geçer" yazısı ile yüzünde kocaman bir gülümseme belirir.

Hikayeden de anlayacağımız üzere, bazen hayatımızdaki en parlak ışığımız bir anda sönüp bizi karanlıkta bırakabilir bazen de zifiri karanlığın içinden bir güneş doğup hayatımızı yeniden aydınlatabilir. Yaşadığımız her şey gelip geçicidir ve cümlenin sonuna eklenen "Ya Hu (Ya Allah)" kelimesi ile kastedildiği gibi her şey Allah'tan gelir. Ne mutluluğumuzda rahatlayıp kontrolü elden bırakmalıyız ne de mutsuzluğumuzda umutsuzluğa kapılıp isyan etmeliyiz. İçinde bulunduğumuz durum ne olursa olsun unutmayalım ki bu da geçer ya Hu!..

Her kişinin değil, er kişinin harcıdır. Parmaktaki yüzüğe yazdırsak, bu da geçer ya hu diye, yüzüğü evde unuturuz, çıkartırız kalır, bununda geçeceğini unuturuz. Ama kalbimize bir serlevha olarak assak ve desek ki, “bu da geçer ya hû” ne külfet, sıkıntı verir isyana götürür adamı, ne de nimet şımarıklığa sebep olur, biliriz ki, bu da geçecektir, ya hû…

“İstediğin olmuyor diye üzülme. Ya daha iyisi olur, ya da hayırlısı budur.”

Sevgiyle Kalın…