Geçenlerde, kendi sayfasında eski günlere yönelik bir anısını yazan gazeteci dostum (Bir zamanlar TRT’nin vazgeçilmez elemanı) Sedat Örsel’in yazısı çok hoşuma gitti.
Kendisinden izin istemeyecek kadar dostluğumuz olan Örsel’in eski günlere yönelik yazısını köşemde alıntılamak istiyorum.
İçimden geldi.
Üstelik düşündürücü, komik, otantik ve çok ilginç bir anı yazısı:
“Amerikalı, sonradan zengin, çok gösterişçi ve de çok câhil bir çift Avrupa turunda…
Evleri zengin ve entelektüel görünsün diye antika parçalar satın alıyorlarmış.
İstanbul, Berlin, Paris, Londra dolaşmışlar…
Dünyânın “Antika Eser!..”ini satın almışlar.
Ama her sonradan görme gibi kültür, sanat, târih bilgileri nanay…
Yolları Duvar’ın yıkıldığı sırada Berlin’e düşmüş.
Ve o rengârenk, grafitili, Berlin Duvarı parçalarından büyük bir tanesini bizim uyanık Gastarbeiter’ın birinden dünyanın parasını verip satın almışlar.
Gösterişli metâl bir çerçeveye oturtulmuş beton parçanın üstünde kırmızı markörle yazılmış uzun bir yazı varmış.
Çift parçayı çok beğenmiş ve alıcı olmuş…
- “Nedir bu uzun yazı?” diye sormuş Amerikalı...
Türk satıcı da cevap hazır;
- “Klâsik Almanca... Göethe’nin bilinmeyen bir şiiri...
- “Göethe?...”
- “He Göte…”
- “ Mister, böyle ender yazılı olanların tarihi değeri yüksektir, Dünyâda tek Göte; kaçırmayın, son parça, yüz bin eder yarın” demiş Gastarbeiter uyanık...
Heyecanlanan, çift bastırmış 17.500 Doları...
Almışlar orijinal, çerçeveli Göethe’yi...
Amerika’ya dönünce hemen Almanca bilen dostlarını dâvet edip Göt’eyi göstermişler övünerek ve sormuşlar;
- “Ne yazıyor bunun üstünde yahu meraktan öldük ?...”
Alman bakmış bakmış;
- “Bu Almanca değil, ne olduğunu da bilmiyorum” demiş.
Şaşıran Amerikalıları almış mı bir merak.
Duvar parçasının üstündeki yazıyı okutmak için çalmadık kapı bırakmamışlar…
Ama nâfile; kimse okuyamıyormuş...
Sonunda her dili bilen zengin bir Ermeni kuyumcuyu tavsiye etmişler...
İstanbul’lu yaşlı kuyumcu Agop’u eve dâvet etmişler.
Yaşlı Ermeni usta, bakmış beton parçasının üstündeki yazıya ve şöyle derinden, hasretli bir iç geçirmiş...
- “Aaah ah, Türkçe’dir bu!...”
- “Deme!... Ne yazıyor, hemen oku lütfen?...”
- “Biraz ayıptır ama...”
- “Olsun oku sen!...”
Ağır ağır okumuş, tebessümle;
- “Yozgat Boğazlayan’lı,73’e-3 tertip Halil oğlu Musa.
Şu puşt Berlin’in duvarla çevrili zindanında beş yıl çalıştı ama tek bir Alman karısı bile ‘s.........den!’ dönüyor vatana... Yıkıl amk’mun Duvarı!”...
Duvardan sonra da yıkılmış, bizim çift…”