Eski arkadaşım Fethi Bey'le (Okyar) günler ve gecelerce dertleştim. Benim evimde veya onun apartmanında konuşuyor ve birbirimize aynı şeyi soruyorduk: Ne yapılabilir? Görüştüklerim arasında eski İttihatçılardan, yahut İtilafçılardan, işgal kuvvetleri ile beraber çalışanlardan birçok kimse vardı. Her biri ile tamamen başka türlü görüşüyordum. Bunlar dışında çok samimi ve gizli bir ilişkim de İsmet Bey'le (İnönü) olmuştur.

Bir gün Fethi Bey dört ortak arkadaşımızla birlikte, bir hayli tartışmadan sonra, devrimci bir komite kurmaya karar verdik ve devrimci önlemler düşünmeye başladık; Padişahı değiştirmek, kabineyi düşürmek, yeni bir kabine kurarak daha kararlı hareketlere baş vurmak gibi. Başka bir gün bizim Şişli'deki evde toplantımız son bulduktan sonra dört kişiden biri, İsmail Canbulat Bey dedi ki: "Arkadaşlar, ben çok düşündüm. Namusumla söz veririm ki sırrınız gizli kalacaktır, fakat komitede çalışmaya devam edemeyeceğim."

Hepimiz hayret içinde birbirimize baktık, içimizden biri; "Bu ne demek, başarıdan emin değil misiniz?" diye sordu.

Hayır bunu düşünmedim. Başarılı olacaksınız. Fakat, devrimciler başarılı olsalar bile bir çok tehlike karışındadırlar. Bunu da kabul etmelidirler. İşte o zaman ben ve benim gibiler, sizin kararlarınızı uygulamak üzere iktidara gelecek yedek adaylar oluruz.

Fethi Bey'le ben gözlerimizle konuştuk. Beyefendinin katılmayacağı bir girişim makul de olmayabilir. Onun için komiteyi hemen feshetmeliyiz. Böyle yaptık. Kendisi izin alıp gitti. Kalanlar komiteyi tekrar kurmuş oldular.

Fethi Bey İstanbul'da Dahiliye Bakanı olmadan önce Minber isminde bir gazete çıkardı, belki hatırlarsınız. Sahibi ve başyazarı oydu. Fikirlerimizi birlikte yayımlamak üzere ben de kendisi ile ortak olmuştum. Gazetenin ne derece başarılı olduğunu bilemem. Herhalde benim bu ilk ve son gazeteciliğim, başarılı olmamıştır.

Günler geldi, geçti. Ben ve arkadaşlarım şu görüşe vardık ki, Vahdettin'i öldürmekten, hükümeti düşürmekten düzgün bir sonuç almaya olanak yoktu. Sonunda yeni hükümdar ve yeni hükümet de düşman süngüleri karşısında bulunmaktan kurtulmuş olmayacaktı.

Görüşmelerime de devam ediyordum. İçlerinden bir kısmında saf bir vatanseverlik hissinin coşkunluğundan başka ne görüş, ne de önlem yeteneği vardı. Bir kısmının hala hasis politikacılık çıkarlarından başka düşündüğü yoktu. Kendi kendime şu kararı verdim. Uygun bir zaman ve fırsatta İstanbul'dan kaybolmak, basit bir düzenle Anadolu içine girmek, bir süre isimsiz çalıştıktan sonra, bütün Türk ulusuna felaketi haber vermek!

İçimde çok dikkatle gizlediğim bu sırrı zamanı gelmedikçe kimseye söylemedim. Böyle bir karar vermemişim gibi, görüşmelere devam ettim.

Sırdaşlarımdan birini size haber vereyim: Bir gün İsmet Bey'i davet ettim. Şişli'deki evimde beni yalnız bulan İsmet Bey; "Gene ne var?" dedi. Soru sorarken, gözlerinin içi yüksek zekası ve güven veren neşesi ile gülüyordu. Hatırladığıma göre İsmet Bey o tarihte Barış Görüşmeleri Komisyonu'nda askeri uzman olarak bulunmaktaydı.

-Ne haber? dedim.

-Tahmin edeceğin gibi...

-Şuradan bana bir Türkiye haritası bulup masaya açar mısın? Üzerinde konuşacağım.

İsmet Bey haritayı bulup açtı. Ardından hemen daima cebinde taşıdığı pergeli çıkardı. Şakalaştım:

-Henüz pergellik bir şey yok. Biraz pergelsiz görüşelim...

-Ne yapacaksın? diye sordu. Bu bahaneyle söylemeliyim ki, benim en iyi anlaştığım dostlarımdan biri İsmet olmuştur. Onun için bu görüşmenin boşuna olmadığını anlamıştı.

-Mesela, dedim, hiçbir unvan ve yetki sahibi olmaksızın Anadolu'ya geçmek ve orada ulusu uyandırarak kurtulma çarelerini aramak için en uygun bölge ve beni o bölgeye götürecek en kolay yol hangisi olabilir?

Yüzüme baktı, tekrar neşeli ve ümitli güldü:

-Karar verdin mi? dedi.

-Şimdilik bundan söz etmeyelim; bana memleketi, milleti ve orduyu anlayıp bilen, durumu yakından gören, tehlikeden kuşkusu olmayan bir arkadaş gibi cevap ver!

İsmet Bey masanın kenarındaki sandalyeye ilişti ve derin derin düşünmeye başladı. O sıralarda ben salonun içinde dolaşıyordum. Bana sesleninceye kadar gezindim. Birdenbire ayağa kalktı, gülerek:

-Yollar çok, bölgeler çok! dedi.

Bazı ziyaretçilerin geldiğini haber verdiler. Haritayı kapamaya fırsat kalmadan içeri giren bu tanıdıklarla başka konulara daldık. Bir hayli süre sonra İsmet Bey'le yalnız kaldık:

-Ne yapacağını bana ne zaman söyleyeceksin?

-Zamanında!

Bu an siz de, verilmiş bir kararım varken onu niçin hemen uygulamadığımı düşünebilirsiniz. Ben de hemen söyleyeyim ki ağır ve kesin bir kararın doğruluğuna inanmak için her köşesinden ayrıntılarıyla iyice düşünmek gerekir. Ağır ve kesin bir karar uygulanmaya başladıktan sonra; "Keşke şu tarafını, bu tarafını da düşünseydim. Belki bir çıkar yol bulurduk, yeniden bunca kan dökmeye, bunca can yakmaya ihtiyaç kalmazdı" gibi kararsızlıklara yer kalmamalıdır. Böyle bir kararsızlık, karar sahibinin vicdanında kanayan bir nokta olur ve onu yaptığının doğruluğundan da kuşkuya düşürür. Bundan başka, beraber çalışacak olanlar, yapılandan başka bir şey yapılması olasılığının da kalmadığına inanmalılar. İşte benim mütareke sırasında dört beş ay İstanbul'da kalışım, sırf bunun içindir.

O sıralarda Anadolu'ya geçen kumandanlarla yakından ilgileniyordum. Kulağımdan rahatsız olduğum günlerdeydi. Arkadaşım Ali Fuat (Cebesoy) Paşa beni hasta yatağımda ziyaret etti. Kendisi Ulukışla taraflarından trenle Ankara'ya giderek 20'inci Kolordu Kumandanlığını alacaktı:

-Bu kolordunun başında bulunmalısın, bundan sonra çok önemli şeyler olacak. Kolorduna hakim ol. Çevrene güven ver. Hele halk ile yakından ilişki kur.

Ben artık son denebilecek görüşmelerde bulunurken, İstanbul içinde olumlu çalıştığını bildiğim bir makamdan bahsetmeliyim.

(SÜRECEK)