Yakın bir dost, Atatürk döneminde, çocuklar için basılıp, yayımlanan din kitaplarından birini göndermiş.
Ne denli mutlu oldum anlatamam.
Kitap, 1930’lu yıllarda basılmış.
Kitabın başında, 'Sade bir tarzda, İslam dinini öğretir'' yazıyor...
Öyle sade, öyle anlaşılır bir dil kullanılmış ki, şaştım kaldım.
Hurafe yok, batıl yok, zorlama yok, tokat yok, falaka yok, korkutma yok; sadece ve sadece tatlı ve sevimli bir anlatım var...
Bir din, anca bu denli güzel, bu denli özendirilerek anlatılır.
Bir dinin mabetleri anca bu denli kutsanır, anca bu denli sevimlileştirilir.
Atatürk dönemini karalayıp, kötülemek için, utanmadan, sıkılmadan yalan üstüne yalan söyleyen; “o yıllarda camiler amaç dışı şöyle ya da böyle kullanılırdı…” gibi nifak saçan senaryolar üreten malum niyetli güruh var ya; işte onlar ve yandaşları duysun, okusun (belki utanırlar) diye kaleme aldım bu yazıyı.
* * *
Yazıklar olsun bu dönemi kirletmeye çalışanlara!
Yazıklar olsun; baştan aşağı yalanlarla, sahte belge ve fotoğraflarla; kendilerine tertemiz bir yurt kurup, teslim eden, babalarının kim olduğunu bilmelerini sağlayan bir insana bu denli nankörlük edenlere.
… …
Bakın bu kitapta, camiler nasıl anlatılıyor.
"...Göğe erişmek ister gibi uzanan beyaz minareleri ve yuvarlak kubbeleriyle camilerimiz, gözümüze ne hoş görünür! Sanki gizli bir duygu, bizi hep içeri çekmek ister. “Haydi camiye, haydi gir camiye” der, görünmez o güç… İçerisi biraz karanlıktır, fakat pencerelerden süzülüp içeri giren güneş, doyumsuz bir aydınlık verir bu kutsal mekana..."
Anlatımın güzelliğine bakar mısınız?
Bu yazının hemen altında da Ezanın Arapçası ve Türkçesi yan yana verilmiş...
* * *
Atatürk, o yoğunlukta; bir yandan İslam Dinindeki hurafelerle ve bu hurafeleri yaratanlarla mücadele ederken diğer yandan İslamiyet’i gerçek konumuna oturtma uğraşı vererek aklın ve bilimin önünü açmak istemiştir.
Bir yandan, 15. yüzyıldan beri aklın ve bilimin merkezi olan Batı'ya yönelirken; diğer yandan da Türk-İslam dünyasında, aklın ve bilimin önünü kapatan, öz güzelliğini kaybetmiş İslamiyet dışı anlayışa, savaş açmıştır.
Bu nedenle de “yüzyılların birikimi batıl itikatları”, din zanneden ve din olarak lanse etmeye çalışan sözde İslami çevrelerle karşı karşıya kalmıştır.
Atatürk, Yeni Osmanlı ve Jöntürk aydınlarının başlattıkları ancak tamamlamayı başaramadıkları, Dinde Öze Dönüş Projesi'ni geliştirip hayata geçiren bir liderdir.
Bu amaç çerçevesinde; Atatürk'ün yönergeleri doğrultusunda, Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an'ın tefsir ve tercüme görevini, din âlimi Elmalılı Hamdi Yazır’a vermiştir.
Hamdi Yazır’ın uzun bir çalışmanın sonunda bitirdiği bu çeviri, 9 cilt 6433 sayfadır.
Bu eser, 1936-1939 yılları arasında Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 10.000 takım olarak bastırılıp, Türkiye'nin dört bir yanına ücretsiz olarak dağıtılmıştır.
Yine Atatürk'ün yönergesiyle bu kez de sağlam hadis kaynaklarının Türkçeye tercüme edilmesi görevi, Kamil Miras Hoca'ya verilmiştir.
Kamil Miras Hoca'nın 12 cilt olarak tamamladığı Buhari Hadislerinin Tercümesi ve Şerhi 1932 yılında bastırılıp, Türkiye'nin her yanına yine ücretsiz olarak dağıtılmıştır.
Cumhuriyet'in ilk 15 yılında Elmalılı Hamdi Yazır'ın 9 ciltlik dev eseri başta olmak üzere Kur'an tefsir ve tercümesiyle ilgili toplam 9 eser yazılıp yayımlanmıştır.
Bu eserlerin toplam baskı adedi 100.000'e yakındır.
Araştırmacılar, 1923-1950 yılları arasında (Atatürk ve İnönü dönemlerinde); 352.000 takım dini kitabın bastırılıp, bu kitapların köylere kadar ücretsiz olarak dağıtıldığını dillendirmektedirler.
Budur Atatürk.
Yurduna, toprağına, insanına yaklaşımı nasılsa; dinine yaklaşımı da öyledir Ulu Önder’in..
Temizdir, saftır, dürüsttür ve anlaşılırdır.
Yönergeleri doğrultusunda tercüme edilip basılan dini yayınların hiçbirinin içersinde fesat yoktur, hinlik yoktur, düzenbazlık yoktur, hurafe yoktur, Tanrı’nın adını kullanarak aldatma yoktur.
Aracıya gerek kalmadan, tercümana gerek duyulmadan, anlaşılabilir bir dille yazılmış yayınlardır.
Tanrı’yı ve dini, insanları aldatmak için kullanan; bunun için de Ulu Önder’in dönemini karalayıp, kötülemek için; utanmadan, sıkılmadan yalan üstüne yalan söyleyen; “o yıllarda camiler şöyle ya da böyle kullanılırdı…” gibi hayali senaryolar üreterak, nifak saçan, malum niyetli güruh var ya; işte onlar duysun, onlar okusun (utanmazlar ama) belki utanırlar diye kaleme aldım bu yazıyı.