Şimdi bu ayetlerin ne demek istediklerini, insanlığa vermek istediği mesajların ne olduğunu yorumlayalım:

İnsanın hırsı, tamahı, egosu, küresel ısınmanın doğal bir sonucu olan bu ve benzeri musibetleri celbediyor. Kuraklık, dengesiz yağışlar, seller, yeller, fırtınaların sebebi doğanın ilahi tabii dengelerinin bozulması, atmosferin koruyucu özelliğinin azalması ve ısının daha hızlı bir şekilde arza dünyaya inmesi ve atmosfer dediğimiz bulut, ısı, yağmur gibi nimetlerin bozulmasına sebep olmaktadır.

Yüce Allah Rahman Suresinin 5-6-7-8-9-10. ayetlerinde bakın bu gerçeği nasıl anlatıyor: “Yer, gök, yıldızlar, güneş, sema, yani gök, ince bir hesapla dengelenmiş ve aralarında ölçüler konmuştur. Bütün doğa, kainat bu düzen ve denge ile ayakta durmaktadır. Sakın ha; bu dengeyi -adalet- gerçek ölçü bozmayın. Ölçüleri, dengeleri adaletle, her varlığın hakkını koruyunuz. Allah bu nimetleri sizin için yarattı” buyurur.

Şimdi, bu kadar açık, net olarak bildirilen bu gerçeğe aykırı hareket edilirse daha nice virüslerin ve sayısız sıkıntı, üzüntü, musibet ve ölümlerin geleceği kesindir.

Bedensel ve ruhsal hastalıklar da böyledir. Dengeli beslenme esastır. Biri acından ölürken, diğeri ölmemek için kilolarından kurtulmak için diyetisyenlere, spor salonlarına koşuyor. Plansız, programsız, projesiz işler yapılırsa depreme kimse suç bulamaz. Sebep bizleriz.

Hz. Ali R.A. Hazretleri ölünce ‘beni beyaz bir örtünün içinde bir deve ile birisi gelecek, beni yıkayın, kefenleyin, o zata verin’ demiş derler.

Mübareği vefatından sonra oğulları R.SAV.in ciğerparesi, cennet yiğitlerinin efendileri Hz. Hasan ve Şehiti Kerbela Hz. Hüseyin babalarının vasiyetini yerine getirirler. Gelen kişiye babalarının cenazesini teslim edince derler ki, “Babamızı bu zat nereye götürüyor. Kabrini ziyaret edelim, soralım da” deyip adama yetişiyorlar. “Babamızı nereye götürüyorsun, söyle” deyince adam, beyaz çarşaf açılıyor, babası suretinde birisi, “oğlum babanızı götüren babanızdır” diyor. Hatta bugün Hz. Ali’nin kabrinin nerede olduğu şüphelidir. Gerçi Necef’te türbesi vardır. Neyse, olay olmuştur. Ama olmamış olabilir. Önemli olan bize anlatımıdır.

Demek ki her şeyin sebebi bizler, kendilerimiz oluyoruz. Yanan da biziz, yakan da. Herkes fert, aile, toplum ve toplumlar herkes kendi üzerine düşeni yapsa, olanların hiçbirisi olmaz. Canlar yanmaz, huzur bozulmaz.

Dünyanın, doğanın düzenini nükleer silahlar, sera gazları ile süfli menfaatler uğruna feda edenler düşünmelidir. Fakir ülkeler başı ağrısa hap bulamazken, gelişmiş ülkeler aşılanma yarışına girdiler. Fakir fukara ölsün demektir bu. İşte bu da bir denge, ölçü tahribidir. Uluslar özellikle çok gelişmiş devletler, adil, sürdürülebilir, bölüşümcü, paylaşımcı bir düzen kurmadıkları müddetçe dünya asla huzur bulmayacaktır.

Şimdi, bu durumda insanlar, kurumlar, uluslar, devletler çıkıp da biz niçin böyle bu musibetlere maruz kalıyoruz, diyerek Allah’a isyan etme hakkına sahip olabilir miyiz? Hayır. Çünkü ayetler, akıl, mantık, tecrübeli olaylar bunu böyle söylüyor. Ulu Allah cc hazretleri de “Sizin işlediğiniz suçların cezalarının çoğunu da dünyada bağışlıyorum” buyuruyor. Demek ki işlediklerimiz suçların cezaları tam olarak verilmiş olsa dünyada bir canlı kalmaz. İnsanlar bunu düşünmeli. Beni sokmayan yılan bin yıl yaşasın dememelidir.

İnsanlık ailesinin hataları sebebiyle ızdırap çekiyor. “Allah hiçbir kimseye asla zulüm etmez. Allah rahmettir. Merhamettir veya adalettir. Allah rahmet verir, hem de sonsuz. Dininde ve dünyasında insanlardan adalet ister. Asla kimseye zulüm etmez.” (Yunus 44)

Genellikle bizler kendi yaptıklarımızın cezasını çekeriz de suçu hep başkasında ararız.

Örneğin; medeniyetin bir gereği olan fen ve yüksek teknoloji ürünlerin faydası tartışılmaz ama, insanlara verdiği zararlar da yadsınamaz. Yabana atılamaz.

Örneğin; iletişim araçlarının en olmazsa olmazı telefonların sağlığınıza zararlı etkisini kimse düşünmez. Radyasyon insan vücudu için en büyük bela Kanser sebebidir. Bu aletlerin kullanımı yasak olsa insanlık isyan eder. Kullanır, sonra zararı ulu Allah’tan bilir. Bunun gibi daha niceleri. İşte bunları bağışlıyor ulu Allah cc. hazretleri.

Üzerimizde bin tane musibet var. Biz ancak bir kaçına maruz kalıyoruz. Gerisinden rabbim bizi koruyor. Ayetler ve tecrübeler bunu belgeliyor. Öyle ise insanlığın, müminlerin en büyük sığınağı, hiç kimsenin yetemediği, yetişemediği bir anda bizi kurtaracak olan Hz. Allah’a açılan eller, yönelen gönüllerle yaptığımız dualardır. Eğer insanların birbirlerine yaptıkları bu dualar olmazsa kainat bir saniye yerinde durmaz, yıkılırdı. Dua müminin en güçlü silahıdır. (Hadisi Şerif – Buhari)

Hz. İbrahim; doktor ve ilaç sebeptir. Odur bana şifa veren. (Şuara 80. Ayet) sebebi de vasıtayı da, olayı da yaratan Allah’tır. Kulpuna, sebebine yapışmak, arayıp bulmak kullara farzdır.

Demek oluyor ki, insanlar tedbirlerini alsalar, emirlere uysalar, ölçüleri, dengeleri bozmasalar binlerce musibete maruz kalmazlar. Şayet dertlere düçar olurlarsa en azından uyanırlar. İkaz olursan ders alırlar ve maddi ve manevi kir, pas ve günahlarından arınırlar. Bunda zahmet ve külfet olsa da sonunda zarara uğrayan yoktur. Arınma budur.