Bu günlerde televizyonlarda ya da ikili sohbetlerde “Akran Zorbalığı” lafını çok duyar olduk.
Nedir “Akran Zorbalığı” dersek, kısaca yaşıt ya da yaşıt olmayan kişilerin birilerine fiziksel veya psikolojik darp yapmasıdır. Genellikle de üniversite altı eğitim içinde çokça görülmekte; liseden, ortaokuldan, ilkokuldan ve anaokulundan.
Evet, evet yanlış duymadınız, anaokulunda. Sebeplerine bakıldığında çok farklı sonuçlar çıkmakta.

İlginç tarafı, “Akran Zorbalığı” yapan çocukların aileleri, çocuklarının Akran Zorbalığına uğradıklarını iddia ederek ve üstünlük sağlamak amacıyla ilk mahkemeye gidenler olmaktadır. Zorbalığı gören de bir köşede sessizce beklemekte. Sanki suçlu oymuş gibi.

“Akran Zorbalığı” erkek erkeğe görülmesine alışılmış gibi gelse de — ki bu oldukça yanlış — son zamanlarda kız kıza görülen akran zorbalığı, bu işin tadının kaçtığının kanıtıdır. Erkeği erkek olarak yetiştiren ve her yaptığını alkışladığımız için bize doğal olan, kız kıza olunca düşünür olduk ve akran zorbalığının farkına vardık. Bizi derin bir uykudan uyandırdı.

Bir çocuğun sabah çantasını alıp okula gitmesi, yaşayacağı en büyük mutluluk, en büyük cesaret gösterisidir. Ama bu mutluluk; sınıfta, koridorda ya da bahçede karşısına çıkan biri yalnızca sözleriyle, bakışlarıyla bile onun gününü altüst eder, hatta karartabilir. İşte bu sözler ve bakışlar, fiziksel darbelerden çok daha derin izler bırakır. Çocuk için görünmeyen yumruklardır. Belki de yiyeceği birkaç yumruk o anda canını yakabilir ama zamanla geçer gider. Ama bakışlar, sözler öyle mi?

Burada yanlış anlaşılmak da istemem; dövüş heveslisi gibi de olmayayım. Şiddetin her türlüsüne karşıyım. Şiddetin kimden, nereden geldiğinin önemi yok. Şiddet şiddettir.

Bir zamanlar Ali diye bir çocuk vardı. Derslerde başarılıydı, kitap okumayı severdi. Sessiz, içine kapanıktı. Görmesinde sıkıntıları olduğundan taktığı gözlüğüyle hayata ürkekçe bakan bir çocuktu. Sırf gözlüğünden dolayı bazı arkadaşlarınca alay konusu olmuştu.

Var ya, bazı arkadaşlar mahallede, okulda, koridorda, bahçede, sınıfta “Dört Göz Ali” diyorlardı ona. Ali’ye her türlü şakayı yaparak onu zor duruma düşürüp gülmeleri hoşlarına giderdi. Ali ise sesini çıkarmaz onlara, yoluna devam ederdi.

Var ya, bazı arkadaşlar Ali’nin bazen silgisini çalıyor, bazen kalem kutusunu çöpe atıyorlar, oturduğu sıraya raptiye koyuyorlardı… Ali için en acısı da bu olanlara kahkahalarla gülen öğretmenin haliydi.

Ali, her yapılana sustu. Ailesine anlatamıyordu çünkü dinleyen yoktu. Dinleyen olsa da “Sen bir erkek çocuğusun, nasıl dayak yersin?” diyerek azarlanmaktan ya da ensesine bir tokat inmesinden korkuyordu.
Her gün biraz daha sessizleşti. Sessizleştikçe de içine kapandı. “Neyin var?” diye soran olmadı. Derdini anlatacak birilerini bulamadı, bulsa da alay ederler diye utandı.
Her sabah “okula” diye çıktığı evden birer birer derslerden kaçmalar başladı. Sonra bu dersten kaçmalar tam gün kaçmalara döndü. Sonra hiç okula gitmemeye başladı. Okul saatinde sokaklarda bir o yana bir bu yana gezerek okul saatini doldurup, okuldan geliyormuş gibi eve dönmeye başladı.
Sonra bir gün, okula gitmemeye başladı. Evdeki odasında geceleri ağlıyor, gündüzleri bir köşeye oturup düşüncelere dalıyordu.

Ali’nin annesi, oğlundaki değişiklikleri fark etmeye başladı. Okulu neden bıraktığını, uzun süre odasından çıkmadığını, artık kitap okumadığını, geceleri ağladığını anlayamadı.
Kafasında yüzlerce soruyla, oğlunun sıkıntısını kendi gayretiyle anlamaya çalışıyordu.
Sonra bir gün, defterinin arasından düşen bir kâğıt her şeyi ortaya koydu:
“Keşke görünmez olsam.”
Yazıyordu küçük harflerle.

Ailesi bu durumdan rahatsız olunca akılları başlarına geldi ve okula kendileri gitmeye karar verdiler.
Okulda çocuklarının durumu için ilk defa duydukları bir kelime onların irkilmesine sebep oldu: “Akran Zorbalığı.”

Kendi dönemlerini hatırlamaya çalışınca, durumun gelişen dünya ile köprünün altından çok sular geçtiğini anladılar.
Geç kalmışlardı.
Geç de olsa zararın neresinden dönülse kârdı diyerek işe başladılar.
Kararlıydılar; oğullarını bu Akran Zorbalığından kurtararak hayata yeniden başlatacaklardı.

Zorbalık sadece darp edilmek, itip kakılmak değildir. Alay etmek, lakap takmak, dışlamak, sosyal medyada küçük düşürmek, göz süzerek küçümsemek, parmağıyla işaretlemek bile bu tanımın içine girer.
Ve ne acıdır ki, çoğu zaman yetişkinlerin gözünden kaçar.
“Çocuk işte, takılma,” denir.
Ama çocuk dünyası, sanıldığından çok daha karmaşık ve kırılgandır.
Her yetişkin bu evreyi geçirmiş olsa bile bu evreyi geri dönüp anlayamaz.
Anlamış olsaydı, “Çocuk işte, takılma,” cümlesi hayatında olmazdı.

Bir çocuğun içine kapanmasının, derse ilgisinin azalmasının, ağlayarak okula gitmek istemesinin, sürekli “hastayım” demesinin…
Altında çoğu zaman bu görünmeyen akran zorbalığı yatar.
Çünkü akran zorbalığı, sadece çocuğun o anını değil; özgüvenini, insanlara olan güvenini, hayata bakışını da zehirler.
Çocuk, kendi gibi olmaktan korkar hâle gelir.

Peki, zorba olan çocuklar?
Genellikle yaşadığı kendi acılarının taşıyıcısıdır. Evde, dışarıda gördüğü şiddeti, ilgisizliği ya da baskıyı, gözünün kestiği başka çocuklara yansıtır.
“Ben varım, sen yoksun,” diyerek.
Çünkü kendisi de bir zamanlar yokken başkaları vardı.
Onun için bu bir zincirdir.
Bir yerden kırmazsak nesilden nesile sürer gider.
Her nesil bir sonrakini yok eder.
İlla ki bir silah olmasına da gerek yoktur.

Peki, ne yapmalı?
Ne yapılmalı?

Öncelikle toplumca görmezden gelmemeli.
Unutulmamalı ki, bir gün size ya da bir tanıdığınızın başına gelebilir.
Eğer ki çocuğunuz sessizleştiyse, içine kapandıysa, okula gitmek istemiyorsa, arkadaşlarıyla oynamak istemiyorsa, onlarla bir yerlere gitmek istemiyorsa ve benzeri durumlarda — yani çocuğunuzdaki en ufak ters giden herhangi bir değişiklikte — konuşun onunla.
Anlamaya çalışıp çözüm arayın, yoksa kaybolan sizin çocuğunuz olacaktır.
Gerekirse profesyonel destek alınız; yeter ki çocuğunuz kurtulsun.

Öğretmenseniz, idareciyseniz; toplumunuzdaki güçlü ve zayıf sesi aynı dikkatle dinleyin.
Arkadaşsanız, sessizce ağlayan bir arkadaşınıza omuz olun.
Çünkü her sessiz çığlık, duyulmayı ve bir yardım elinin uzatılmasını bekler.

Unutmayalım:
Bir çocuğun tam kalbine vurulan darbe kolay kolay iyileşmez.
Ama bir çocuğa gösterilen anlayış, bazen onun tüm hayatını değiştirir.

O hâlde görünmeyen yumruklara karşı duralım.
Korkmadan, cesurca.