Bir millet için iç savaştan daha büyük bir yıkım olabilir mi?
Az gelişmiş ülkelerde, etnik köken, din, mezhep veya siyasi görüş farklılıkları nedeniyle, milyonlarca insan birbirinin gözünü oyuyor. Oluk gibi kan akıyor. Milli servetler heder ediliyor.
En somut örnekler, hemen güney sınırımızda ve sonuçları da, çarşıda, pazarda, caddede, sokakta her an gözlerimizin önünde.
İnternette basit bir arama yaptığınızda, Amerika’nın 2003’te Irak’a askeri müdahalesinden bu yana, süregelen iç savaş nedeniyle ölenlerin sayısı 1.2 milyon olarak karşınıza çıkıyor. Suriye’de halen devam eden iç savaşın bilançosu ise kimi kaynaklara göre 470 bin ölü…
*
Suriye’den 5 milyonu aşkın insanın komşu ülkelere göç ettiği, bunlardan 3 milyonunun da ülkemizde olduğu biliniyor.
Ege’yi mülteci mezarlığına döndüren batık mülteci tekneleri manzaraları ve Aylan bebekle simgelenen korkunç trajedi, aklımıza geldikçe hâlâ içimizi titretiyor.
Yaşadığımız şehirde de Iraklı ve Suriyeli mülteciler var ve hemen her gün karşılaşıyoruz onlarla. Bu karşılaşmalar, iç savaşın acımasızlığını ve bir halkın adeta yok oluşunu unutmamamızı sağlıyor.
*
İç savaş demek, milyonlarca insanın ya ölmesi, ya da her şeyini kaybedip sürünmesi demek…Evini, ocağını, işini, ailesini, yaşadığı şehri, anılarını, geçmişini, geleceğini kaybetmesi demek…Geçmişte saygın bir mesleğe sahip olanların bile, ekmeğe muhtaç hale gelmesi, yerine göre dilenmek durumunda kalması demek…Her türlü aşağılanmaya, istismara açık, sefil bir hayata mahkûm olması demek…
*
Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) Nijerya, Somali, Güney Sudan ve Yemen’de 1 milyon 400 bin çocuğun açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu açıklamış.
Yetersiz beslenme nedeniyle “çöp”e dönmüş masum yavrucuklar gözünüzün önüne geliyor hemen ve bir anda içiniz kararıyor.
Yediğiniz lokma, boğazınızdan nasıl geçerse geçsin…
*
Doğa koşullarının kıtlığa yol açması yeni bir şey değil ne yazık ki…Çağlar boyunca yaşanmış…Ama bir de iç savaş yüzünden aç kalan insanlar var…Göz göre göre açlıktan
ölüme giden çocuklar var…
Lafa gelince, “insan sevgisi” adına mangalda kül bırakmayız, ama bu gibi insanlık facialarına tanık olduğumuzda, şöyle bir üzülür, ah vah eder, az sonra unuturuz.
Unutmamalıyız.
Ne yapabiliriz, elimizden ne gelir diye samimi olarak düşünmeli, değerlendirmeliyiz.
Açlıktan ölen çocuklardan, bütün dünya halklarının sorumlu olduğunu bilmeli, yeri geldiğinde haykırmalıyız.
Dünyadaki sömürü düzenini değiştirmeye gücümüz yetmese bile, hiç değilse merhamet duygusunu yeşertmek için yapabileceğimiz şeyler olmalı.
*
Tabii önce, iç savaşlara sebep olan ilkel ve yapay ayrımcılık anlayışının karşısında safımızı belirlemeliyiz.
Hele de ülkemizde…
Karşılıklı anlayışı, hoşgörüyü, kardeşlik duygusunu güçlendirmek için bütün samimiyetimizle çaba harcamalıyız.
Hiç kuşkusuz, başta kendi yüreklerimizden çıkarıp atmalıyız sevgisizliği, ayrımcılığı…
Herkesin sözle ifade ettiği, ama anlamını içselleştirmek için gereken gayreti göstermediği bir kavramı; farklılıklarımızın zenginliğimiz olduğu gerçeğini, aklımıza, beynimize, kalbimize silinmez bir şekilde yazmalı ve yaşam felsefesi haline getirmeliyiz.
Açlıktan ölümle karşı karşıya gelen yavruların, -Allah korusun- ileride bu milletin çocukları olabileceği ihtimalini, kâbusunu şimdiden görerek, hissederek aklımızı başımıza toplamalıyız.
Ders almamız için yeteri kadar örnek var önümüzde.