Kuruluş olarak ilginç sayılabilecek ortaklıklarımızdan birinin mensubu olan Abdülhadi Longa 10 Haziran 2020 günü vefat etti. Allah rahmet eylesin.
Çorum'da Saat Kulesinden, Veli Paşa Hanı'na giden yolda kasap dükkanlarının dizili olduğu kısım artık yok. Çünkü yıkılarak meydana ilave edildi.
tarihlerde kasaplık yapan esnafın tamamına yakınını sonradan Çorum'a yerleşen Tatarlar oluşturuyordu.
O grubun içinde Rahmetli Ferhat Longa dört oğlu ile dikkat çeken, ailesine hakim olan, etrafına güvenilir bir kişi görüntüsü veren bir yapıya sahipti. Kendisine "Ferhat Çavuş" diye hitap edilirdi.
erkek çocuktan Abdülhadi Longa'nın, dedesi Ferhat Çavuş ile babası Recep kasap dükkanı işletirken, ikinci oğlu İbrahim otobüs işletmeciliğini seçmiş; kardeşlerini ve hatta kardeşlerinin oğullarını da o işe katmış, hacca otobüs seferleri yapar hale gelmişti.
Aile içinde otobüs işinin lideri İbrahim Longa son derece yakışıklı, emsalleri arasında güven kazanmış bir insandı.
Düzenledikleri bir hac seferine bacanağım Osman Kadife de katılmıştı. Yolculuk sırasında otobüslerden biri piston kolunu kırıyor. Grubun en genç şoförlerinden biri olan Abdülhadi Longa gençliğine ve tecrübesizliğine rağmen kırık kolu yenisi ile değiştirip arızayı gideriyor ve hac seferinin başarı ile tamamlanmasını sağlıyor.
Olay Rahmetli Osman Kadife'nin dikkatini çekiyor. Kendisi de hac dönüşü bu olayı benimle paylaşmıştı.
* * *
Karadeniz Bölgesi içerisinde yer alan iller, Çorum ve civarındaki kiremit-tuğla fabrikalarının en iyi müşterisi idi. Biz Turhal'da bulunmamıza rağmen bu pazardan faydalanamıyorduk. Ben de o pazardan faydalanmak arzusundaydım.
Erbaa'da küçük fabrikası olan Seyfi Kural'a kullanılmış bir makine satmıştım. Makineyi aldıktan sonra Seyfi Kural bizim fabrikaya sık sık geliyor, "Benim oraya bir fırın yap da, ortak olalım." diyordu. Teklif ilgimi çekmemişti.
4 Aralık 1976 günü vefakârlığını Operatör Doktor Muttalip Gürsel'in anlata anlata bitiremediği süper insan, babam Dülger Küçük İsmail, hakkın rahmetine kavuştu.
Turhal'da dostlar taziye için evimize geliyorlar. Aslen Ünyeli olan, Turhal'da futbol oynamış "Erkut" isminde bir adam da evimize geldi:
"Ben size başka bir teklifle geliyordum ama bu talihsiz olay ile karşılaştık. Ölenle ölünmüyor. Allah rahmet eylesin. Ben Ünye'den çıkıp, Niksar üzerinden Turhal'a geldim. Yapılan yol muhteşem. Tayyare'yi indir! O genişlikte. Erbaa'da küçük bir tuğla fabrikası satılıyor. Ben fabrika bilmem ama arsa değerini bilirim. Yeri çok kıymetlenecek durumda. Burayı sizinle beraber alıp, kıymetleninceye kadar çalıştıralım. Zamanı gelince değerlendirelim." deyip gitti. Bu teklif benim aklımı kurcalayan Karadeniz pazarına girme düşüncesini ateşlemiş oldu.
(O yol arazinin engebelerinden dolayı çok kötü yapıldı. Çok sonraları biz Batum'a o yoldan gitmiştik ama dönüşü Samsun üzerinden eski yoldan yaptık.
Kural daha sonraki gelişinde, "Bana bir fırın yap!" deyince ben de,"Yapayım." dedim.)
Aslında son derece yanlış bir karardı. Erbaa'da altı fabrikadan ibaret olan tuğla fabrikaları sayısı kısa bir sürede otuzu bulmuştu. Yani fabrika enflasyonuna neden olduk.
Ayrıca, Seyfi Kural da işi yürütemedi. Uygun ortak bulalım deyince, Osman Kadife, "Abdülhadi Longa, çivi fabrikası kurma çabası içerisinde, ama tereddütleri var." dedi. Hac yolunda otobüs tamir becerisini de anlatınca 900 bin lira parasını ortaklığa katarak birlikteliği sağladık.
Bir süre sonra, Rahmetli Abdülhadi bana, "Ağabey bana müsaade et ben ayrılayım. Bu adam önüne geçersem ısırıyor, arkasına geçersem tekmeliyor." dedi.
Ben de, "Biraz sabret. Onu memnun edecek şekilde bizden ayrılmasını sağlayacağım." dedim.
Öyle de yaptım. İkizler Tuğla Fabrikasının arsasını daha önce almıştım. Arsayı ve razı olacağı miktarda nakit parayı verdim. Ortaklık sadeleşti, biz de rahatlamış olduk.
İmkânları çok zayıf olan ortaklığın makineleri de çok kötü olmasına rağmen rahmetli, 4 dönüm 500 metrekare arsayı iki tarafı yol olan 20 dönüme ulaştırmayı, makine ve fırın yönünden yeterli hale getirmeyi başardı.
Oğlu Yusuf Longa günümüzde bu başarının devamını sağlıyor.
Ben de birçok toprak sanayi tesisi dumura uğrarken, temelini atıp gelişmesinde rol aldığım tesisin, kalabalık aileyi barındırmasını keyifle izliyorum.
Aslında kalemimiz son noktayı koyma pozisyonuna geldi, ama bir anekdotu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yanlış hatırlamıyorsam 1987 senesi olacak. Ömer Çenesiz, amcasının Turhal Çenesizler fabrikasındaki hissesini alıp bana ortak oldu.
Fabrikayı yeniden toparlayıp makine takviyesi yapma peşindeyiz.
fabrikamızın vakum pres ihtiyacı had safhada. Turhal'da gece saat 12.00'de Rahmetli Abdülhadi ile konu üzerinde konuşuyoruz; "Cafer Selçuk: Silifke'de Riter Werke marka bir makine olduğunu söylüyor. Fabrika kuracaklarmış. Almanya'da çalışan ortaklardan biri makineyi temin etmiş. Silifke'de duruyormuş. Ortaklık yürümemiş, fabrikayı kurmaktan vazgeçmişler!" dedi.
de," Hadi! Silifke'ye." dedim. Yola çıktık. Silifke'ye vardığımızda gün doğalı çok olmamıştı. Rastladığımız insanlara sorduk, yüzümüze tuhaf tuhaf bakanlar oldu. Sonra vatandaşlardan biri: "Siz yanlış haber almışsınız. Burada her taraf taş, kaya. Tuğla fabrikasını nereye, neden yapsınlar?" dedi.
Simit ve çay ile kahvaltımızı yaptık. Hemen geri dönüşe geçtik. Direksiyon başında oturan Abdülhadi; "Bir sigara yakabilir miyim?" dedi ve sigarayı yaktı. Sigara yarı olmuştu; "Şimdi bu arabanın içinde Longa grubu olacaktı ki şamatayı görecektin. Hele amcam Nurettin; neler çıkarırdı." dedi.
Ben de, "Ne çıkaracaktı ki?"dedim.
Bir örnek anlatayım deyip söze başladı:
önünde otobüsü temizliyor. Otobüsün üstünde olduğu için evin bahçesinde bulunan yengemle rahat konuşabiliyor. Yengem bir şey soruyor, "Çek burnunu geçemiyom." diyor. Yengemin burnu uzun idi. Ona böyle söyleyerek üç ay küstürdü adam, Silifke'de makine aramaya, kim bilir neler uydururdu." dedi.
"Sen boş ver. Cafer Selçuk bize doğru yolu gösterdi. Biz hemen doğruca, Çorum'da Çağıl Makineye gidelim!" dedim.
Öyle de yaptık. Çağıl Makine yeni yaptığı, beğenilen makinesini 22 milyon liraya satıyordu. Fabrikamızın kapasitesi için büyük olduğunu düşündüğümüz o makinenin küçük modelinden iki makineyi 22 milyon liraya anlaşıp sipariş ettik.
Kendimize uygun bir makineyi sipariş etmekle kalmayıp, yeni bir modelin doğmasını da sağlamış olduk.
Biz güya tuğlacılıktan, makinecilikten bahsetmeyip günlük olaylara göre yorum yapacaktık. Ama tuğlacılık bizi sanki esir almış. Bir ölüm olayını anlatırken bile kurtulamadık. Meslek aşkı böyle bir şey olsa gerek.
En güzel günler sizlerin olsun.