Bundan tam olarak 23 yıl önce milletçe Cumhuriyet tarihimizin en ağır felaketlerinden birini yaşadık.
17 Ağustos gecesi bütün Marmara Bölgesi, gece saat 03.02 dolaylarında sallanmaya başlamış, deprem yaklaşık bir dakika devam etmiş ve resmi rakamlara göre 17 bin insanımız enkaz altında can vermişti.
Henüz 6 ya da yedi yaşındaydım yanlış hatırlamıyorsam. Yine Cumhuriyet tarihinde yaşanmış en büyük felaketlerden birisini 1939 senesinde Erzincan depremi ile yaşamıştık. O depremde yanlış hatırlamıyorsam 30 binin üzerinde yurttaşımız hayatını kaybetmişti. Yani Cumhuriyet tarihimizin can kaybı açısından yaşadığımız en büyük felaketi Erzincan depremidir.
Lakin 17 Ağustos depreminin farklı bir özelliği var.
Bir kere, deprem sabaha karşı olmuş ve insanları uykularında yakalamıştı. Aynı zamanda çok şiddetli ve çok uzun sürmüştü.
Binaların çoğu çürüktü. Bu da binaların domino taşı gibi devrilmesine neden oldu. Köprüler yıkıldı, yollar kaydı, haberleşme alt yapısı çöktü. Tabiri caizse Marmara Bölgesi’nin altı üstüne geldi. Kıyılar bile denizin içine gömülmüştü. Türkiye korkunç bir felaket yaşamıştı.
On binlerce insanın enkaz yığınlarının altında kurtarılmayı bekleyişini, bir umut annelerin evlatlarını, evlatların anne ve babalarının kurtarılmasını beklemelerini, enkaz yığınları arasından cenazelerin çıkarılışını gözyaşları içerisinde televizyonlardan izledik.
Henüz depremin açtığı yaralar taze iken 3 ay sonra ve bu kez Kasım ayında Düzce depremi ile sarsıldık. Orada da binlerce insanımız can verdi.
Bu hafta 17 Ağustos felaketinin 23. yıldönümü idi. On binlerce yurttaşımızın yaşamını yitirdiği felaketin acısını tekrar yüreklerimizde hissettik. Depremde kaybettiğimiz yurttaşlarımızın geride kalan yakınlarının yaşadığı korkunç üzüntü ve yarattığı psikolojik çöküntü üzerinden yıllar geçse de halen tazeliğini koruyor.
Türkiye hemen her yeriyle bir deprem bölgesi. Bunu her zaman köşe yazılarımda dile getiriyorum. Ne yazık ki deprem gerçeğini felaketi yaşamadan ve canlar yitirmeden hatırlamıyoruz.
Bundan sonrakiler için önlemlerimizi aldık mı? Asıl sorulması gereken soru bu. Ancak yakın tarihte yaşadığımız İzmir ve Elazığ depremleri alınan tedbirleri sorgulatır nitelikte.
Planlı ve sürdürülebilir kentleşme noktasında başta yerel idareler olmak üzere tüm kurumlarımızın gerekli hassasiyet ve özeni göstermelerinde büyük fayda var.
Doğaya meydan okumamalıyız. Doğa ile barışık, doğa ile uyumlu, insan hayatını ön planda tutan, çevreci imar politikaları ivedilikle hayata geçirilmeli ve uygulanmalıdır diye düşünüyorum.
Lütfen yaşadığımız felaketleri ciddi bir uyarı olarak kabul edelim. Gelecekte daha büyük acılar yaşamamak adına kendimize ve kentlerimize çeki düzen verelim.
Allah ülkemize, milletimize başka felaketler göstermesin ve de yaşatmasın inşallah. 17 Ağustos depremi başta olmak üzere doğal felaketlerde yitirdiğimiz yurttaşlarımıza Allah'tan rahmet, yakınlarına da başsağlığı ve sabır diliyorum.
En güzel günler sizlerin olsun.