Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin 43’üncü yıldönümü.

Bugünlerin siyasal, toplumsal ve ekonomik haritasını keskin çizgilerle belirleyen bir darbenin yıldönümü…

Ve de demokratik muhalefeti susturan, muhafazakâr ve etnik siyasetlerin önünü açan bir darbenin 43’üncü yıldönümü…

Bu nedenle geçmiş yıllarda yazdığım yazılardan da alıntılarla 12 Eylül darbesini bir hatırlayalım ve de bir hatırlatalım dedim.

*     *     *

Biliyoruz ki, bu ülkede tüm darbeler, özellikle Atatürk adı kullanılarak yapıldı.

Ve de biliyoruz ki, Atatürkçülük söylemi ile yapılan tüm müdahalelerin bu ülkeye ne kaybettirdiği hiçbir zaman sorgulanmadı.

Ama Atatürk kendi öznel kimliğinden uzaklaştırıldı; bir şemsiye, bir sığınak ve de meşruiyet kazanmak için bir araç yapıldı.

Bugün üzerinden tam 43 yıl geçen12 Eylül darbesi, işte aynen böyle oldu.

*     *     *

Nitekim 12 Eylül 1980 darbe sürecinde:

Atatürkçülük adına, ülke açık ve kapalı bir cezaevine dönüştürüldü.

Atatürkçülük adına, sağcı-solcu gençler cezaevlerine dolduruldu.

Atatürkçülük adına, “Bir sağdan astık, bir soldan” diyerek soldan Necdet Adalı, sağdan Mustafa Pehlivanoğlu ile başlayan idam sehpaları kuruldu.

Ve Atatürkçülük adına, 17 yaşındaki Erdal Eren’in yaşı büyültülerek idam edildi.

Yine 12 Eylül 1980 darbe sürecinde:

Atatürkçülük adı kullanılarak ülke ekonomisi, 24 Ocak kararlarıyla küresel güçlerin finans kurumlarına teslim edildi.

Yani ülkenin milli kaynakları, küresel sermayeye açıldı.

Bunun için toplumsal muhalefet bastırıldı. Toplumun muhalif güçleri, bunun için imha edildi.

Ve toplumsal bir uyanışın önüne geçmek için etnik ve inanç kimlikleri, siyasal arenaya bunun için sürüldü.

Ve de bugün tam 40 yıldır süren, 50 binden fazla insanın ölümüne neden olan ve bir bölünme tehlikesini içinde taşıyan etnik çatışmaların tohumu o gün ekildi.

*     *     *

İşte bunun için diyoruz ki:

Ey, o gün 12 Eylül darbesini davul-zurna ile karşılayanlar…

Ey, o gün Kenan Paşa’yı çiçeklerle kutlayıp, tebrik edip, başarı dilekleri sunup ölümünde yalnız bırakanlar…

Ey, o gün yollara, caddelere, okullara ismini verenler…

Yaptığınız bu davranışlardan bugüne kadar bir utanç duyar oldunuz mu?

Ve de:

Ey, manşetleriyle ve köşe yazılarıyla darbenin lideri Kenan Evren’e büyük övgüler dizen o günün basın dünyası…

Ey, o gün karşısında esas duruşta duran yüksek yargı mensupları…

Ey, o gün brifinglerde onu ayakta alkışlayan rektörler…

En azından temsil ettiğiniz kimliklere karşı, bugüne kadar bir utanç yaşar oldunuz mu?

*     *     *

Ve yine diyoruz ki:

Cenazesinde bulunmayan, ama 12 Eylül’ün sabahında sıraya girip Kenan Paşa’nın elini öpenler…

Cenazesinde bulunmayan, ama yaptığı resimleri almak için sıraya giren başta TÜSİAD olmak üzere bu ülkenin iş dünyası…

*     *     *

Cenazesinde bulunmayan, ama Kenan Evren’e “Fahri doktora” unvanı verenler…

Cenazesinde bulunmayan,  ama Kenan Evren’e 1990’da “Atatürk Uluslararası Barış Ödülü”  verenler…

Özellikle bilesiniz ki, ülkenin doğusunun batıya, batısının doğuya yükselen nefretinin yaşayan tohumları o gün atılmıştır.

*     *     *

Evet, darbeyi yapan 5 general bugün hayatta değildir.

Ama onlarla ifade edilen 12 Eylül darbesinin felsefesini taşıyan 1982 anayasası, bugün halen yürürlüktedir.

Üzerinden tam 43 yıl geçmiştir. Ama bu ülkeyi o günden bugüne yöneten hiçbir siyasal güç, 12 Eylül darbesinin ruhunu bu anayasal düzenden silmemiş, silememiştir.

Sonuçta o günden bugüne yaşananlar, 12 Eylül Darbesi’nin ürünü, siyasal ve sosyal hayatta yarattığı tahribat olmuştur.

Çünkü 12 Eylül yalnız bir darbe değil, arkasında küresel gücün olduğu otoriter bir zihniyetle, ülkeyi yeniden dizayn eden siyasal ve sosyal bir proje idi.

İşte bugün asıl sorun:

Tam 43 yıldır değiştirilmeyen ya da değiştirilemeyen bu projeyi değiştirmek olmalıdır.

Ve de 12 Eylül zihniyetini, bu toplumun siyasal dokusundan silip süpürmek olmalıdır.

Elbette bunun da yolu, öncelikle toplumsal iradeye bağlı gerçek bir sivil anayasa olacaktır.