Bugün süper ligde oynanan futbolu sorgulayıp, musikiyle devam edeceğim.
Süper ligde Beşiktaş ve Fenerbahçe 8 yabancıyla, Galatasaray 6-7 yabancıyla Başakşehir ise 8 Türk genciyle oynuyor. Bu nedenle 8 Türk genciyle Başakşehir’i başarıdan başarıya koşturan Abdullah Avcı’yı ve futbolcularını tebrik ediyorum.
Maalesef, Türkiye tam anlamıyla miadını doldurmuş yabancı futbolcu cenneti oldu.
Bu nedenle futboldan soğudum. Profesyonel futbol hakemlerimiz ayrı bir felâket.
Dünya hakem sıralamasında üçüncü sırada olan Cüneyt Çakır Türkiye’nin en kötü hakemi. Karabük- Galatasaray maçında Galatasaray aleyhine öyle bir penaltı verdi ki, bütün spor camiasını ve sevenlerini şaşırttı.
Başakşehir- Galatasaray maçında da hakem Mete Kalkavan, Başakşehir’in attığı ofsayt gölü verdi ve rakibine dirsek atan Emre’yi oyundan atamadı.
Açıkçası, hakemler sesi sadası çıkmayan Galatasaray’ı yerden yere vuruyorlar.
Aslında, Galatasaray’lı olduğum halde ben de Galatasaray’ı yetersiz buluyorum. Galatasaray doğru dürüst top oynamıyor, ama Galatasaray’a yapılan bu kadar haksızlık da canımı sıkıyor.
Kazara, Fenerbahçe’ye bir haksızlık yapılsa, Fenerbahçe ve başkanları kıyameti koparıyor. Bu yüzden pek çok hakem de Fenerbahçe aleyhine düdük çalmaktan korkuyor. Beşiktaş-Fenerbahçe maçında hakem Ali Palabıyık zamanında gösteremediği kartlar yüzünden maçı kâbusa çevirdi.
Tosiç’i atarken Van Persie’yi oyunda tutması büyük haksızlıktı. Atamadığı Van Persie’nin golüyle Beşiktaş’ın elenmesi Beşiktaş’lıları çileden çıkardı. Umarım bir an evvel Video hakem uygulamasına başlanır da bu haksızlıkların önüne geçilir.
Basketbol takımlarımız ayrı bir felâket. En başarılı takım Fenerbahçe’de ilk beşte oynayan tek bir Türk basketbolcu olmaması Türk sporu için çok acı bir olay.
Geçen ay yazar Lütfiye Aydın’ın “Dehanın Sesi, Tanburi Cemil Bey”, Ayşe Kulin’in “Bir Tatlı Huzur, Münir Nurettin Selçuk”, Udi Osman Nuri Özpekel’in “Tanbur İle Bir Ömür- Fahrettin Çimenli” adlı kitaplarını okudum.
Kitap okumadan geçirdiğim çocukluğumun ve gençliğimin cehaletinden hep utanırım. Arayı kapatmak için 2006’da emekli olduktan sonra her yıl en az elli, altmış kitap okuyorum. Yaklaşık 17 yıldır da Çorum Haber ve Osmancık Haber’de okuduklarımı, öğrendiklerimi ve bildiklerimi sizlerle paylaşıyorum.
Çok sevdiğim şairlerimizden rahmetli Yahya Kemal Beyatlı musikiyi şöyle tarif eder.
MUSİKİ DENİLEN NUTK-İ İLÂHİ / ENGİN BİR DENİZDİR NAMÜTENÂHİ…
İnsan ruhunun gıdası sayılan musikide bugün sizlere, Türk müziği saz icrasına modern bir tarz ve değişik bir yorum getiren üstad Tanburi Cemil Beyi tanıtacağım.
TANBURİ CEMİL BEY (1873-1916)
Tanburi Cemil Bey (1873 - 1916), Türk tanbur, yaylı tanbur, klasik kemençe, alto kemençe, viyolonsel ve lavta ustası. Çok sayıda bestesi ve taş plak kayıtları vardır. Yaylı tanburu icad etmiştir.
1873 yılında İstanbul'da doğmuştur. Müzik aleti çalmaya karşı ilgisi on yaşlarında keman ve kanun ile başlayan Cemil Bey, daha sonra başladığı ve ismi ile bütünleşen tanbur sazı ile ustalık derecesine ulaşmıştır.Tamburi Ali Efendi'nin öğrencilerindendir.
Hatta Ali Efendi'nin, Tanburi Cemil Bey’i dinledikten sonra "eline bir daha tanbur almayacağını" söylediği rivayet olunur.
Tanburi Cemil Bey’in taş plaklara yapmış olduğu taksim kayıtları makam, üslup ve tavır açısından bir ders niteliği taşımaktadır. 1916'da İstanbul'da ölen Cemil Bey sözlü eserlerin yanında birçok saz eseri bestelemiştir. Taksimlerinin yanında, taş plaklara kaydedilmiş çok sayıda eseri bulunmaktadır. Mesut Cemil'in babası olan Tanburi Cemil Bey'in mezarı Mevlanakapı'da, Merkezefendi mezarlığındadır.
Bu vesileyle üstad tanburi Cemil Bey’i sevgi, saygı, rahmet ve şükranla anıyorum.
8 Şubat 2017