AVUCUMDASIN ÇEKİRGE
Günümüzde Bursa’da
Çekirge Hamamı’na;
Maledilen bir öykü,
şöyledir tamtamına.
Sultan Birinci Murat
zamanında Bursa’da;
Yaşayan nice yoksul
eskiciler varsa da…
Bunlardan birisini
anlatacağım burda;
Çalıştığı sürece
kalemim bu uğurda…
Bu eskici ve eşi
basit, temiz ve yoksul;
Bir yaşam sürerlermiş,
kimseye olmadan kul.
Eskicinin karısı
bir gün hamama gitmiş;
Sonra yaşanan nedir,
bakalım ki ne etmiş.
Yıkanıp çıktığında
yokmuş, giysi bohçası;
Bir anlam verememiş
bu işe açıkçası.
Bohçasının yerinde,
çok değerli halılar;
Halıların üstünde,
sedefli takunyalar…
Ve güzel işlemeli
kadifeden bohçalar;
“Senin gibi yoksulun
yerini böyle çalar!”
Der gibi bir tavırla
onu aşağılıyor;
Dili ısırgan gibi
bu garibi dalıyor.
Öfkelice hamamcı
kadına vardığında;
Bohçası nerededir?
Diyerek sorduğunda…
Der ki: “Müneccimbaşı
var ya, onun hanımı;
Senin yerini aldı;
her yerde sürer namı.
Soğukluktadır bohçan,
git de orada giyin!
İtibarlı olursun,
saygın olursa beyin.”
Böyle aşağılanma,
çok dokunmuş kadına;
Çok üzülmüş, ağlamış,
yanıt yok feryadına.
Yoksul, silik, parasız,
rütbesiz bir adamın;
Eşi olmak eziklik,
oysa olmalı namın.
Akşam gelen eşine
serzenişle yüklenmiş;
“Ya müneccimbaşı ol,
ya boşa beni!” Demiş.
Eskici umarsızca
düşünüp üzgün üzgün;
Müneccimliğe karar,
vermiş o ertesi gün.
Bir çekmece, bir divit,
biraz kağıt alarak;
Sözde müneccim olmuş
bir yola oturarak:
“Ulu Tanrım yalnızca
sana yalvarıyorum;
Halimi biliyorsun,
sana sığınıyorum.
Yıkılmaktan sen koru
bunca yıllık yuvamı;
Başarıya ulaştır,
başladığım davamı!”
İlk müşteri bir kadın,
hem oldukça telaşlı;
Demiş ki: “Yüzüğümü
kaybettim elmas taşlı!
Hiçbir müneccim bunu,
yazık ki bilemedi.
Bir de sen bak!” diyerek
ondan yardım diledi.
Besmeleyle kağıda
bir şeyler çiziktirdi;
İçine doğmuş gibi
kadına şöyle dedi:
”Yüzüğün bir hayvanın
görünür kursağında.”
Kadın evine koşar.
Çeşmesinin sağında…
Bir taşın üzerinde
yüzüğü unuttuğu;
Onu da hindilerden
birisinin yuttuğu…
Olasılığı ile,
demezler asla yazık;
Hindilerden birinin
kursağındadır yüzük.
O günden sonra artık
kayıplar için atar;
Tuhaf bir rastlantıdır,
attıkları hep tutar.
Ünü hızla yayılır,
kazancıysa çoğalır;
Ününün haberini
Sultan Murat da alır.
Saraydan çağırırlar
padişahın adıyla;
Ve Sultan’ın isteği,
dileği, muradıyla…
Padişahın kocaman
elmas taşlı yüzüğü;
Kaybolmuş; aramışlar
denizi, yeri, göğü.
Yazık bulunamamış,
Padişah’sa kükremiş:
“Tez zamanda yüzüğüm,
bulunacaktır!” Demiş.
Yaşlı müneccim der ki:
“Sultanım buyruğunuz;
Başımın üstünedir.
Siz müsterih olunuz.
Sıradan yüzük değil
sizin bu yüzüğünüz;
Ona kırk gün kırk gece,
hem de gece ve gündüz…
İşi gücü bırakıp
okumam gerekmekte;
Yüzüğü çalanıysa
şişirmem beklenmekte.”
Padişah:“Tamamdır.” Der.
Mutludur ona yaşam.
Evine yemek gelir,
sabah, öyle ve akşam.
Harem ağası söyler:
“Etli, sütlü, tatlılar;
Sultana dua edin,
daha neler, neler var.”
Günler günler üstüne,
devrildikçe müneccim:
“Günüm azalıyor!” Der.
“Hatunum yaşlı cicim!”
Harem ağası gelir,
otuz dokuzuncu gün,
“Ah müneccim efendi!
Yeter!” der üzgün üzgün.
“Kes artık okumayı,
davul oldu bedenim!
Artık patlayacağım,
yüzüğü çalan benim!”
Harem ağası hemen
yüzüğü getirerek;
Büyük bir üzüntüyle
müneccime vererek…
Ondan çok af dilemiş.
Müneccim gülümsemiş;
“Bu iş gizli kalacak,
sakın üzülme!” demiş.
“Haddamların yüzüğü,
kırkıncı gün sonunda;
Getirdiler.” diyerek
vermiş onun yanında.
Sultan Murat memnundur.
Demiş: “Müneccimbaşı;
Olarak görevlisin,
bunu özenle taşı.
Ayrıca bir isteğin
varsa çekinme.” Demiş.
Eşinin yıkandığı
o hamamı istemiş.
Elbette bu isteği
yerine getirilmiş.
Bu hamamın tapusu
kendisine verilmiş.
“Padişahın bir başka
işi olursa eğer;
Onu nasıl çözerim?
İş, zülfüyare değer.”
Bunları düşünerek
görevden ayrılmayı;
Tasarlarken kendince
artık özgür olmayı…
Padişahla sarayın
bahçesinde buluşur;
Sultan: “Avucumdaki
nedir?” diye konuşur.
Müneccimbaşı der ki:
“Bir sıçrarsın çekirge;
İki sıçrarsın çekirge.
yakalanırsın üçüncüde.
Der demez de Padişah
avucunu açarak:
“Müneccimimsin, seni
Kutlarım; avcuma bak…”
Bakar ki gerçekten de.
Çekirge avuçtadır.
Oysa, avuçta olan
asıl müneccimbaşıdır.
(SÜRECEK)