Hani şu “diktatör” olduğu söylenen Mustafa Kemal’in cevabını okuyalım. “Bu üzüntü boşuna ve bu düşünce hiç olmazsa görüşü ile yanlıştır. Ben tersine her olağanüstü oluşumu Meclis’ten bekleyenlerdenim. Nadi Bey, bir devreye yetiştik ki onda her şey meşru olmalıdır. Millet işlerinde meşruiyet ancak milli kararlara dayanmakla, milletin genel görüşünü benimsemekle elde edilir. Milletimiz çok büyüktür. Hiç korkmayalım. O esaret ve zilleti (alçaklığı) kabul etmez. Fakat onu bir araya toplamak ve kendisine, ‘Ey millet, sen esareti ve zilleti kabul eder misin?’ diye sormak lâzımdır. Ben milletin vereceği cevabı biliyorum. Ben milletin büyüklüğünü biliyor ve bu soru karşısında, onun bu soruyu soran çocuklarını canı gibi seveceğini ve alınlarından öpeceğini biliyorum. Onun için şimdi ben bu yoldayım, onun için sağlam bir yol olacağına inanarak…”
Yunus Nadi sormaya devam etmektedir. “Fakat İstanbul’da düşmanlarla birleşmiş bir Saray olduğunu bilmek ve hiç olmazsa bu ayrıntı üzerinde bazı kararlar almış olmak gerekmez mi?”
“Millet seni de beni de geçecektir”
Atatürk peş peşe soruları cevaplarken ey sevgili okur dikkat buyurunuz lütfen en yakınındaki kadroları millete güven konusunda ikna etmeye çalışmaktadır. Hayatı boyunca hep yakın çevresindeki ekibi hemen her konuda ikna etmeye çalışmıştır. Örneğin yeni yazıya geçmek için İsmet İnönü’nün ikna olması iki yılını almıştır.
Bunca konuşmadan sonra Yunus Nadi’nin ikna olduğunu düşünüyorsanız yanılırsınız. Ezber bozmak ne zor iştir. Konuyu yine Melis’e getirecektir. Bir diğer deyişle sohbet başa dönmüştür.
“Canım Paşam, nazariyat çok güzelse de durumun gerçeklerinden çıkan icaplar (istek ve gerekçeler) de acele etmeyi emrediyor. Örneğin Ankara’da beni huzursuz eden en büyük şey ordu yokluğudur. Gerçek odur ki eğer elimizde dayanacak bir ordu bulunmazsa bütün bu güzel nazariyat (teori) suya düşüp gidebilir.”
Atatürk için “Ne sabırlı adammış” diyen okurları duyar gibiyim. “Önce ordu mu, yoksa Meclis mi?” sorusu aşılmaz bir dağ gibi gecenin bir yarısında masada durmaktaydı. Ve Atatürk şunları söyler.
“Yunus Bey, işte aramızdaki fark özellikle burada göze çarpıyor. Bence Meclis nazariye değil hakikattir ve hakikatlerin en büyüğüdür. Önce Meclis, sonra ordu. Nadi Bey, orduyu yapacak olan millet ve onun yerine Meclis’tir. Çünkü ordu demek yüzbinlerce insan, milyonlarca servet ve zenginlik demektir. Bunu ancak milletin karar ve kabulü meydana çıkarabilir. Buna iki üç şahıs karar veremez. Bunu ancak milletin karar ve kabulü meydana çıkarabilir ve bir kere bu hâle geldikten sonra milletin yaşam ve varlığına karşı olan zalimlik ve baskıların tümünü ortadan kaldırmak ve kullanmak yetkisini sadece nazari olarak değil, fiilen kazanmış oluruz.”
Ey sevgili okur, bir ara özet daha yapalım diyorum.
Meclis nazariye (teori) değil gerçektir ve gerçeklerin en büyüğüdür.
Önce Meclis, sonra ordu olacaktır.
Orduyu millet adına Meclis kuracaktır.
Ordu demek yüz binlerce insan, milyonlarca servet ve zenginliktir.
Bu büyük işe iki üç kişi karar veremez. Bu ancak milletin gücü ve iradesiyle olur.
Özetin özeti ise Milli İradedir.
Gecenin özetini ise Yunus Nadi’nin satırlarından okuyalım. “Paşa ile bu yolda çeşitli konuları değerlendiren sohbetimiz gecenin üç buçuğuna kadar devam etti. Odalarımıza çekildiğimiz zaman Ankara’nın boşluğu gözümden silinmiş, bütün vatan gözümde canlı insanlarla dolu güçlü birer siper ve değerleriyle bakış ve düşünceleri eğlendiren bir gülistan olmuştu. İlk defa olarak vicdanen de huzurlu, çok rahat bir uyku uyudum.”
Meraklısı için parantez: (04 Nisan 1920 gecesi Yunus Nadi’nin Atatürk ile yaptığı konuşma Dr. Alev Coşkun’un 23 Nisan 2020 tarihinde Cumhuriyet gazetesinin verdiği özel ekten alınmıştır. Atatürk ile Yunus Nadi’nin konuşmaları o dönemin Türkçesi ile değil ihtimal Alev Coşkun tarafından sadeleştirilmiştir.)
Bu tarihi geceyi Tek Adam adlı kitabında yorumlayan Şevket Süreyya şunları söylemektedir: “Mustafa Kemal’in, hem de hemen herkesin onu, kılıcını çekip siperlere koşmaya teşvik ettiği o günlerde fikirlere, doktrinlere, kitaplara eğilip ‘Her şeyden önce Meclis, her şeyden önce meşruluk’ diye direnmesi, onun karakter ve düşünce yapısının hakikaten en şaşılacak cephesidir.”
Yaptığımız alıntıda görüldüğü gibi Atatürk’e şaşıranlar arasında Şevket Süreyya da vardır. Ne demiştik? Ezber bozmak zor zanaat…
Şevket Süreyya Osmanlı son döneminde etkin isimler olan ve İttihat Terakki’nin liderleri olan Enver, Talat ve Cemal Paşalar ile bir karşılaştırma yaparak şunları söylemektedir. “Onlar ya tesadüf, ya geçici kombinezonlar, ya hayal, ya macera adamıydılar. Hâlbuki tarih, sağlam ve devamlı olarak yükselteceklerinde, tarihi mantığa bağlılık arar. Tarihi mantığı seziş ise ancak heyecanı değil, mantığı ön planda tutanların işidir. O günlerde Mustafa Kemal bu yetenekleri göstermiştir. Yeteneği gösteren bir insanın, eğer tarihin koşulları da ona yâr olursa yenilmesi gerçekten zordur.”