İran devletinin milli politikası özellikle Hz. Ömer R.A’nın düşmanlığı üzerine kurulmuştur. Araştırmacılara göre bunun ana sebebi İran’ın Hz. Ömer tarafından fethidir deniyor. O zaman İran Şehinşahı Yezdücerd, mağlup olmuş, İslam ordu komutanları Sad b.Ebi Vakkas, Halit b. Velid dahi komutanlardır. Kağnılarla İran altınları Medine’ye taşınmış ve ganimet devlet hazinesine ve askerlere teslim edilmiştir. İran hanedan mensupları esir edilmiş, ateşperest İran halkı Müslüman olmuştur. Bu arada şehinşahın dillere destan güzel, kültürlü, bilgili, eğitimli kızı Şehri Banu da esir edilmiştir. Şehri Banu müslüman olmuş, Hz. Ömer asil olan bu hanımı ve yine asil olan Hz. Hüseyin’le, Hz. Ali’nin rızası ile evlendirmiştir. Oniki imamın üçüncüsü olan Zeynel Abidin hazretleri de bu hanımdan doğmuştur. Sonra gelen ehlibeyt imamın dedeleri Hz. Hüseyin, ebe, büyükanneleri de Şehrü Banu olmuştur. İran milleti Müslüman olduktan sonra yöneticileri sırf İran’ın fatihi olması Acem saltanatına son verdiği için Hz. Ömer’i gizli ve açık düşman ilan etmişlerdir.
O zamanki İran yöneticileri bugün de aynen devam ettirilen Şehri Banu ve torunlarını öne çıkararak Hz. Hüseyin neslini ehlibeyt ilan etmişler, Hz. Hüseyin ne ise Hz. Hasan da o olduğu halde, Hz. Hasan’ı ehlibeyt olarak ileri çıkarmamışlar, geri planda tutmuşlardır. Sebebi, Şehri Banu’nun İran asıllı olması, Hz. Hüseyin’in hanım ve torunlarının onun neslinden gelmesidir. Böylece İran’ın dini İslam, mezhebi Şia olarak ehlibeytin üzerine kurulu bir yönetim ve dini anlayış kurmuşlardır. Burada ilginç olan; İslam’ın özünde olmayan peygamber hariç hiç kimse masum, günah işlemez değildir kuralını ve bunun üstüne bina edilen bir masumiyet kuralını İslam’a sokmuşlardır. (Yani Şia mezhebine) Yani İran’ın resmi mezhebi olan Şia mezhebi doğmuş, bunun dışındaki İslami düşüncelerle mücadele esas alınmıştır. Bu ise İslam’ın evrenselliği önünde en büyük engel olmuştur.
(Ömer Tuğrul İnançer’in, ‘Hz. Muhammed SAV’ adlı eserinden alınmıştır, yorumlanmıştır.)
*
Görüldüğü üzere, Anadolu Alevileri ile İran Şia Alevileri arasında ehlibeyt sevgisi ve övgüsü dışında gerek öğreti, kültür ve gerekse yaşantı olarak fazla bir benzerlik yoktur. Hatta bir çok zıtlıklar vardır.
İran Şia mezhebi fıkıh-İslam hukuku bakımından da İmam-ı Azam’ın üvey babası ve ilim ve irfan hocası olan ehlibeytin ulularından olan Caferi Sadık hazretlerinin ve 12 imamın yücelerinden olması sebebiyle İmam-ı Azam’ın Hanefi mezhebine en yakın bir hukuk yoludur. Şimdi kısa ve öz olarak özetlenen öncesi ve sonrası ile Kerbela olayı detaysız olarak budur.
Peki, bu kısa açıklama ile aydınlanma sonucu Alevisi-Sünnesi-Şiası, şucu veya bucusu kim olursa olsun üzerimize düşen nedir, ne yapmalıyız? Önemli olan budur. Bu olayı bir ayrılık gayrılık nedeni olarak kabul edip müslümanları kutuplaştırmak son derece yanlış ve tehlikelidir. Çünkü her zaman toplumun hatta toplumların huzuru birlik, beraberlik ve kardeşliktir. Ayrılık-gayrılık, öteleme ve iteleme ise tevhidin –birliğin- en acımasız düşmanıdır. Hele hele sosyal ve coğrafi yapısı ile Türkiye devleti ve milleti buna herkesten çok önem vermelidir. Hele hele Çorum bunun acısını yaşamış bir ilimizdir. Barışı gözümüz gibi korumalıyız. Fitne anlamına gelebilecek hiçbir söylem ve eyleme bulaşmamamız zorunludur. Elbirliği ile bu hususta gayret göstermeliyiz.
SÜRECEK