Çok önemli ve şiddetli bir uyarıdır bu. İnsanlarda zanna dayanan ve tecessüs vesvese ile beslenen kötü duygular gıybet, dedikodu olarak ortaya çıkar. Bu habis düşünceler zihinlerde doğar, kalplerde yeşerer ve şer olarak hayatımıza geçer. Neticede fitneye dönüşür. Düşmanlıkla gelişir. Hayatta hayal bile edemeyeceğimiz yıkımlara, ölümlere, düşmanlıklara, hatta harplere, savaşlara bile sebep olabilir. Demem o ki; vesvese halindeki bu durum, çıngı halindeki bir ufak ateş gibidir. Tedbir alınmazsa koskoca ormanın bir beldeyi yakıp kül ettiği gibi; vesvese, dedikodu, gıybet, kovuculukta bir fertle başlar, aileleri etkiler, bir topluma yayılır. Hatta toplumları etkisi altına alır. İşte günümüzdeki Rusya-Ukrayna savaşı, Suriye’nin vs durumu gibi kötü neticeler doğurur.
Ulu Allah ufacık çıngının hemen söndürülmesi ile koskoca yangınların engellenmesi gibi büyük felaketlere sebep olan toplumsal olaylara dönüşen, ayrımcılığı körükleyen, dedikoduların önlenmesi de büyük felaketleri önleyecektir.
Ulu Allah cc. hazretleri bu hususun önemini şöyle beyan ediyor: “Hakkında gerçek bilgin bulunmayan şeyin peşine düşme. Çünkü kulak (işittiğinden) göz gördüğünden, gönül-kalp bunların hepsinden sorumludur. Sorumluluk doğuran yanlış için peşine düşme. (İsra, 36, sh.284)
Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çiğneğin topraktan yaratıldığını unutma. Nihayet insansın. Ne başını göğe değdirebilirsin ve ne de yeri yarabilir, ne de başın dağları aşabilir. Çünkü zayıf yaratıldın. (İsra 37, sh. 276, Nisa 28, sh.82)
Daha çarpıcı bir ayetle ve yaşanmış bir olayla konuyu daha açık örnekleme ile arzedelim: Nisa Suresi 148-149
Allah cc. hazretleri kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez. Ancak haksızlığa uğramış olanların durumu başka. Yüce Allah her şeyi hakkıyla işitici ve bilicidir. “Bir iyiliği açıklar, yerine göre yahut gizlerseniz, yahut bir kötülüğü açıklamayıp gizlerseniz şüphesiz Allah cc. hz. daha çok affedici, bağışlayıcıdır, mutlak kadirdir” ayeti ile ölçülerini koymuş, böylece muhtemel felaketlerden insanları korumuştur.
Bu kutsal metinlerin ilahi fermanların amacı insanları kötülüklerden korumak, toplumsal huzurun güzel yaşamın temeli olan güzel ahlakı temin etmektir ki, bunlar ayetlerde açıkça bildirilmiştir.
Şöyle ki; Çirkin söz, arkadan çekiştirme, söz taşıma, jurnal kötülüğü yayma, yalan, iftira, Allah korusun kumpas-tuzak kurma... bunların hepsi kötü söz anlamına gelir. Bu kötülükleri işlemin hiçbir meşru haklı sebebi yoktur. Bunun dini, imanı, mezhebi, meşrebi, gurubu, partisi gibi yerlere bağlı olup oralara hizmet yapıyormuş güya, gibi yapmak asla caiz değildir.
Burada insan unsuru esastır. Ferdin, ailenin, toplumun barışı ve huzuru esastır. Bu çirkinlikler insanın içinden geçirilse de bunları başkalarına açıklamak ancak zaruret nedeni ile olabilir. Birincisi; başkalarına haksızlık yapmayı amaçlayanların kötülüklerinin ifşa edilmesi caizdir ki kötülüğü önlesin diye. İkincisi; hakim huzurunda dava ile ilgili hiçbir gizli işi gizlemek caiz değil, açıklamak şarttır. Bunların dışında çarşıda kahvede orada burada, evde, nerede olursa olsun bur suçu gözünle görsen bile açıklamak yoktur. Neden, şöyle düşünmek lazım. Bakın, bir kere ulu Allah bizlerin gizil suçlarımızı işlerken görüyor, melekler görüyor, yaşayan hayvanat, haşerat, sessiz ve cansız sandığımız ve yanıldığımız bütün kainat görüyor ve duyuyor. Yarın maşherde suçun işlendiği mekanlar hatta insanın suçu işleyen azaları bile şahitlik yapacak iken, ulu Allah bizim çok kötü hallerimizi gizliyor. Bizleri mahcup etmiyor, rızkımızı kesmiyor. (Yasin suresi 12-25-65 vs ayetleri, sh.442-443) Eğer işlediğimiz suçların binde biri açıklansa, caddede kimse gezemez.
Bir insan başka birisine bir kötülük yaptığında onu başkalarına bir yiğitlik, bir övünme olarak anlatması suçun tekrarı demektir. Cezayı gerektirir. Kötülük yapanı kırmadan, dökmeden, rencide etmeden islah, diriltme amacı ile kendisini ikaz etmek caizdir ve şarttır. Yani, mecburiyyet olmadığı sürece başkasının suçlarını, günahlarını, ayıplarını töhmet olacak amaçlı açıklamak zinhar haramdır. Günah araştırmak suçtur.
Şimdi yeri gelmişken bu konuda bize ışık tutacak adalet sarayının direği olan Hz. Ömer R.A. hazretlerinin halifeliğinde olan ve kitaplarda kayde geçip günümüze kadar gelen meşhur bir olayı arzedeyim.
Malum olduğu üzere yüce dinimiz insanın nefsini ve neslini korumak, sıhhatli ve başarılı bir ömür geçirip ebedi ahiret saatini elde etmek için insanın bedenine ve ruhuna zararlı olan içki, kumar, uyuşturucu, zina vs gibi menfur (nefret edilen) işleri yasaklamıştır. (Bakara 19, Nisa 43, Maide 90-91. ayetler)
Bu kötü maddelere alışan insanların bunları hemen bırakması zor bir iştir. En basiti sigara bile. Eğer bu alışkanlıklar kronikleşmişlerse bunları bırakmak nerede ise imkansızdır. Ama er geç mümkündür. Kitapların kaydına göre Allah’ın adalet kılıcı yeryüzünde adaletin timsali olan İslam’ın ikinci halifesi Hz. Ömer zamanında içkinin yeni haram kılındığı yıllarda Hanzala, başka bir kayıtta ise Ebu dünya adındaki alim-bilgin önceleri Yahudi iken sonradan Müslüman olan Tevrat’ı, İncil’i, Zebur’u, Kur’an’ı çok iyi bilen, haramı helali R.SAV. zamanında çok iyi anlayan ama maalesef içki belasına tutulmuş, bir türlü bırakamayan ve evinde geceleri gizli gizli alem yapan bu alim kişiyi bir muhbir Hz. Ömer’e jurnallıyor ve Hz. Ömer de nihayet insan, gayreti diniyyesi, hamiyet İslamiyesi çok yüksek bir kişi. Hemen maiyetini zabıtalarını alıp ansızın adamın evini basıyor. Ev duvarlarla çevrili. Kanatlı kapısı kilitli olan evine baskın yapıyor. Eve gelindiğinde, ev duvarlarla çevrili. Kanatlı kapı muhkem kilitli. Yani içerden birisi açmadan içeri girmek imkansız. Hz. Ömer R.A. bir merdiven getirtiyor. Gece, merdiven evin yüksek duvarına dayandırılıyor. Zabıtalar merdivenle içeri giriyorlar.
(SÜRECEK)