Son zamanların en ürpertici kavramlarından biri GDO…
Yani, genetiği değiştirilmiş organizmalar…
Dünyanın karşı karşıya kaldığı kötü beslenme ve açlık sorunu karşısında, besin miktarının artırılabilmesi adına başvurulmuş bir yöntem…Daha doğrusu böylesine masum bir gerekçeye dayandırılıyor. Ama, insan sağlığına olumsuz etkileri, artık tartışılmaz biçimde ortaya çıkmış durumda.
Son günlerde ise ülkemizde, “GDO’lu ekmek” iddiaları karşısında -deyim yerindeyse- yer yerinden oynuyor.
*
Kaldı ki, GDO’lusuna gelmeden, ekmeğin kendisine şiddetli itirazlar yükseliyor ve “ekmekten uzak durun” uyarıları her platformda dile getiriliyor.
Bu konuda toplumun gözü, kulağı ise Prof. Dr. Canan Karatay’da…
Karatay, son açıklamasında, “Yalnız GDO’lusu değil, ekmeğin kendisi, Türkiye’de 1950’lerden sonra hayatını kaybetti!” diye bir ifade kullanmış.
Malûm, Adana’da bir firma tarafından üretilen “ekmeği olduğundan hacimli gösteren ve geç bayatlamasını sağlayan” katkı maddesinde, GDO’lu soya çıkmıştı.
Karatay da, bunun üzerine “Buğdayın kendisindeki gluten, lektin proteini o kadar tehlikeli ki, insülin hormonu salgılatıyor, şeker hastalığı ve karaciğer yağlanması yapıyor” diyor.
Prof.Dr. Canan Karatay, yüzde 10 katkı maddesinin içindeki bromürün “ağır metal” olduğunu ve bütün canlılar için tehlike arzettiğini anlattıktan sonra, “Ekmek yemeyin, zira geleneksel buğday kalmadı” vurgusunu yapıyor.
*
Peki ne oldu bizim Anadolu’nun doğal ve lezzetli buğdayına?
Tohumluk üretiminde kontrolü ne zaman, nasıl elimizden kaçırdık?
İsrail ve Hollanda bize tohum satmasa, tarımsal üretim sekteye mi uğrayacak?
Yalnızca yüzeysel olarak gelişmeleri izleyen bir insan bile, derin kaygılara kapılmaktan kendini alamıyor. Hele de geleceğe ilişkin olarak…
*
Denilen şu:
Dünya nüfusu öylesine hızlı artıyor ki, dünyanın doğal kaynakları, birim alandan sağlanan üretim artırılsa da, ihtiyacı karşılamaya yeterli olamıyor. Böyle olunca, yapay bir takım müdahalelerle gıda üretiminin artırılması zorunlu oluyor.
Denilmek istenense şu:
Aç kalacaklarına, hormonlu gıdalara razı olsunlar!
Peki kim bunlar?
Elbette egemenler değil, dünyanın alt tabakasındakiler; açlıkla karşı karşıya yaşayanlar.
Teknoloji, son kırk yılda, dünyada hayatın başlangıcından beri kat edilen mesafeden daha fazla mesafe kat etmiş. Gıda üretimindeki sonucu da, hibrit tohum, hormon, kimyasal gübre ve GDO olmuş.
*
Asıl merak ettiğimiz; Türkiye tarımsal bakımdan kendi kendine yeten bir ülkeyken, nasıl olmuş da pek çok tarım ürününü, hatta samanı dışarıdan ithal eder hale gelmiş?
Bir yerlerde yanlış yaptığımız apaçık ortada değil mi?
*
Tarım politikasını masaya yatırıp gerçekçi bir değerlendirme yapmak, herhalde mutlak bir ihtiyaç. Ama, ekmeğe GDO’lu katkı maddesi ilave ederek halkın sağlığıyla oynayan vicdansızlara karşı herkesin ayağa kalkması gerekmez mi?
Çocuğunun genetiği bozulmuş gıdalar yüzünden yarın sağlığını kaybedebileceği endişesi, her anne-babada korku nöbetlerine sebep olmaz mı?
*
Prof. Karatay ne kadar “ekmekten uzak durun” dese de, halkımızın en temel besin maddesi ekmek.
Bu yüzden, insanımızı ekmekten uzaklaştırmaya kalkışmak boşuna gayret…
Onun yerine, “sağlıklı ekmeğe” yeniden kavuşabilmenin yollarını arayıp bulmak zorundayız.
Topraklarımızın her bir karışını değerlendirerek, kendi buğday tohumlarımıza dönerek…
Bunun için de, toprakların toplulaştırılması, verimli çiftlik büyüklüklerinin sağlanması, tarlasını ekmeyenin değil, ekenin ve üstelik yerli tohum ekenin desteklenmesi, zahmetli, meşakkatli, ama tek çıkar yol olarak görülüyor.
Kendi sağlığımızdan da geçtik, çocuklarımızın, gelecek kuşaklarımızın sağlığı için…