3 Eylül 2021, Diyarbakır annelerinin oturma eylemlerinin 3’üncü yılı idi. Ve 234 anne, 3 Eylül’de tam 732’nci gün evlat nöbetindeydiler.
4 Eylül 2021 ise Cumartesi annelerinin, her Cumartesi yaptıkları oturma eylemlerinin 26’ncı yılı idi.
Ama her Cumartesi Galatasaray Lisesi önünde yaptıkları oturma eylemlerinin 858’incisini, pandemi nedeniyle sosyal medya üzerinden yaptılar.
Elbette bir de Cuma anneleri vardı. Neredeyse unutulur oldular.
Bu nedenlerle, önceki yazılarımdan da faydalanarak anneleri böyle günlerde bir kez daha anmak, onların çığlıklarını bu sıcak günlerde bir kez daha duyurmak istedim.
Çünkü onlar acıları dindirilmeyen, evlatlarına kavuşturulmayan annelerdir.
Çünkü onlar gözaltında kaybedilenlerin, faili meçhul cinayetlerle yok edilenlerin anneleridir.
Çünkü onlar davul-zurnayla askere gönderdiği çocuğunun, bir gün şehit cenazesini teslim alan annelerdir.
Ve de onlar bir çocuğu dağda, bir çocuğu ovada olan annelerdir.
***
Ve onlardan:
ana Cumartesi annelerinin simgesi olmuştu.
Şehit anneleri Cuma annelerinin, Hacire ana Diyarbakır annelerinin simgesi oldu.
Yani Ardahan Göleli Berfo ana ovada kaybolanların, Diyarbakırlı Hacire ana dağda kaybolanların simgesi, aynı acıyı yaşayan annelerin sesi ve soluğu olmuştu.
Cumartesi anneleri, gözaltında kaybolan ya da kaybedilen oğlunu, kızını, eşini, kardeşini ve de yakınlarını arıyordu.
Diyarbakır anneleri dağdaki çocuğuna kavuşmak, Cuma anneleri ise “bu kan dursun, artık anneler ağlamasın” diyordu.
Ve bu sessiz çığlıklarını:
Cumartesi anneleri, Galatasaray Lisesi’nin önünde oturarak duyurmak istedi.
Diyarbakır anneleri, Diyarbakır HDP binasının önünde oturarak duyurmak istedi.
Cuma anneleri ise her Cuma mezar başında ağıt yakarak, her Cuma mezar taşını okşayarak duyurmak istedi.
***
Evet:
Umarız ki Cumartesi annelerinin çığlıkları, 2021’de duyulur olur.
Umarız ki Diyarbakır anneleri, 2021’de çocuklarına kavuşur olur.
Umarız ki Cuma annelerinin gözyaşları, 2021’de silinir olur.
Aslında Cumartesi annelerinin, Cuma annelerinin, Diyarbakır annelerinin bu duruşu ve bu çığlıkları:
Toplumsal bir uyarı idi…
Bir adalet arayışı idi…
Ve de bir barış mesajı idi…
İşte bu nedenlerle; bu duruş görülmeli, bu sesler duyulmalı, bu gözyaşları silinmeliydi.
Ama bu duruş görülmedi, bu sesler duyulmadı, bu gözyaşları silinmedi.
Sanki bu duruşu görmemek, bu sesleri duymamak, bu gözyaşlarını silmemek devletin bir politikası olmuştu.
12 Eylül’ün karanlık günlerinde ise gözaltında kaybedilmek bir devlet politikası gibi görünmüştü.
İşte devlet, hem anneler, hem de toplum karşısında bu utançtan kurtulmalıdır.
***
Ve de Şair ve fotoğrafçı Selah Özakın’ın Cumartesi anneleri için yazdığı şiirdeki tüm annelerin çığlıklarını ve sesini duyabilmek…
“Yaşı, cinsi ne olursa olsun…
Ölüm acısını bilen herkes;
ama birini / kardeşini / eşini / evladını,
hasılı
gözlerindeki gülüşüne merhaba bile diyemeden kaybetmek…
Öldüğünü bile bilmeden / kemiklerini bile görmeden,
bir mezara ağıt bile yakmadan / yakamadan tutmak yasını...
Bir hafta / iki hafta / yüz hafta
ve beş yüz hafta,
hatta bir ömür boyu…
İmkânsız demeye dilim varmıyor ama
Annelerin öfkesine çarpıyorum Galatasaray’da her Cumartesi.
Damarımda kanım donuyor
anneler / beş yüzüncü haftada / vicdanı nöbete çağırıyor.”
İşte şair ve fotoğrafçı Selah Özakın aynen böyle diyor.
Ve de bu sözlerle, tüm annelerin ortak duygusunu çok çarpıcı bir dille böyle ifade ediyor.