Evet sayın okuyucu kardeşim. İnsan ne bulursa kendi ettiğinden bulur. Kimsenin ahı kimsede kalmaz. Eskiden işler mahşere kalıyormuş, şimdi akşama kalmıyor. Suçlu belasını, isteyen Mevlasını buluyor. Ahiret sorgusu çok daha çetin, gelin hesabınızı ahirete kalmadan burada görüp bitirin. Arif akil olur.. Yaptım da buldum demek sorunu çözmez. Esas ve mühim olan ibret alıp tedbirli olup kötülüğü yapmamaktır. Hazanda başına bir iş gelen suçlu olduğundan bu iş başına gelmiş olmayabilir. Burası imtihan dünyası, sabır gerekir. Allah bizi sınar. Sınav eder. Sonra derecemiz yükselir, olgunlaşılır. Böyle de olabilir. Onun için her başına kötü iş gelen suçlu denmez. Ama şu kesindir; Eden mutlaka öyle veya böyle ettiğini bulur. Bu defaatle denenmiş ve sınanmış olaylardır. Onun için tecrübe, deney en gerçek olaydır. Bunu unutmamak gerekir.

KUMPASLA TUZAK KURANLAR; KURDUKLARI TUZAĞA, KAZDIKLARI KUYUYA KENDİLERİ DÜŞERLER

(Sırlı bir olay)

Kıssa: İbretli olayları anlatan kitaplarda mevcut olan bir ilginç olay:

Birtakım insanlar vardır. Dilenci kılıklı, bilge, akıllıdırlar. Yolda yürürken, otururken veya bazı şahıslara karşı hikmetli sözler sarfederler. İnsanlar onlara deli gözü ile bakıp geçerler. O kimseler hayatta iken durumları pek anlaşılmaz. Ancak ölümlerinden sonra durum belirgin hale gelir. Bizim gördüğümüz, devamlı Ulu cami civarında dolaşan ve bu hareketleri dikkati çekenler vardı. Örneğin (Deli Mevlit, Sallali Ali efendi gibi) Meczup, cezbeli kişilerdi. Kır müftüsü tabir edilen Samsunlu deli Hasan Ulu caminin şadırvanında hikmetli ve ibretli sözlerle sanki halka vaaz ederdi. Özelliği orijinal konuşur, kimse onların kusurlarına bakmazlardı.

İşte bunlardan birisi zamanın birinde önüne gelene “Ne ekersen onu biçersin. Ne yaptıysan onu görürsün” özellikle de “kimseye kurma tuzak, sana uzak değildir tuzak” gibi sözler söyler, gezermiş. Böyle bir meczubun bir de komşusu var. Hilebaz bir kadınmış. Meczub, komşusunun kapısına dikilir, o kadını sanki uyarıyormuş gibi, kimseye tuzak kurma, kimseye tuzak kurma sonra haa dermiş. Kadın bu fakirin bu durumuna çok kızar ama deli gözü ile bakar geçermiş. Bir türlü fakirin bu sözlerinden kurtulamazmış. Meczubu zehirleyip böylece ondan kurtulmanın bir yolunu bulmuş. Bir gün sıcak bir parça börek yapmış ve börekleri zehirlemiş. Bunları fakire veriyim demiş. Kadın komşusu olan meczuba, burada isen sana börek yapayım da ye demiş. Fakir de biraz sonra yolculuğa çıkacağım demiş. Kadın peki öyle ise yolda yersin demiş. Bir ufak tepsi börek yapmış ve onu zehirlemiş, böreği azık yapıp fakire vermiş.

Bu arada bu hanımın bir oğlu var. O da askere gitmiş. Bugün yarın teskere alıp gelmesi yaklaşmış. Gün sayan oğlunu da kadın dört gözle bekliyormuş. Derken kadın zehirlediği börekleri dilinden kurtarmak istediği fakir komşuya veriyor. Adam teşekkür edip yola koyuluyor. Meczup bir müddet yola devam ediyor. Köyünden bir hayli uzakta yol kenarındaki çeşmede mola veriyor. Bu arada hazır su başındayken şu börekleri de yiyeyim diyor. Azığı çeşmenin başında açıyor. Daha elini böreğe götürmeden karşısında bir asker elbiseli birini görüyor. Buyur evlat, beraber yiyelim demeden, şundan bir iki kesim yeyim deyince ihtiyar al oğlum demek ki nasip seninmiş buyur ye diyor. Asker çok aç olduğu için börekleri birer lokmada yutuyor ve üstüne de pınardan suyunu içiyor. İhtiyara teşekkür edip oradan ayrılıyor. İhtiyar yoluna, asker evine köyüne geliyor. Bu asker tabii ki zehirli böreği zavallı meczup komşusuna veren kadının oğludur. Asker köyüne evine geliyor. Anasını kucaklıyor, sarmaş dolaş oluyorlar. Bu arada asker oğlunun karnına müthiş bir sancı giriyor ve oğlan kıvranıyor. Anası ayran yapıyor içiriyor ama nafile. Anası askere oğlum sana ne oldu ki birden bire sancılandın. Oğlu yediği böreği hatırlayıp olayı anlatıyor. Bir ihtiyarın çeşme başında kendisine börek ikram ettiğini anlatıyor. (Tabii ki ihtiyar, böreğin zehirli olduğunu bilmiyor) kadın kurduğu tuzağı anlıyor. Oğluna söyleyemiyor ve zavallı genç anasının başkasına kurduğu tuzağa düşüyor ve acılar içinde kıvrana kıvrana günahsız biçare can veriyor. Bu olaya sebep olan ana evlat katili oluyor. Ahiretteki elim azabı hariç ölünceye kadar yürek yarasının sancısı ile eriyip akıyor. Oğlunun sevdası ile yanıp tutuşuyor ama nafile, boş. Neticede o da bu acıya dayanamayıp bu dünyadan göçüyor.

Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste, diye boşuna söylememişlerdir.

Elbette bile bile nedir bilene

Eller görüp bilmese köre nedir köre ne

Ne mutlu ibret alıp bu erkanı bilene.

Hak intikamını kulundan kul ile alır, bilmeyen ilmi onu kul yaptı sanır.

HUY CANIN ALTINDADIR CAN ÇIKMADAN HUY ÇIKMAZ

Atasözünü belgeleyen yaşanmış bir hayat öyküsünü sunmak istiyorum. Ben bu hikayeyi uzun yıllar verdiğim vaazlarda çocuk terbiyesi ile ilgili olarak anlatmışımdır. Tam hatırlamıyorum ama, belki yazmış da olabilirim

Anlatacağım olay yaşanmış bir olaydır. Hatta 1970’li yıllardan önce 1967-68 gibi senelerde Diyanet İşler Başkanlığı çocuk terbiyesinde haram lokmanın tesiri, helal lokma ile beslenmenin önemine dair anlatacağım olayı tavsiye niteliğinde 50 sene evvel bir genelge ile müftülüklere bildirmişti ve haram lokmanın insanın fiziki yapısına, ruhuna ve davranışlarına menfi etki yaptığına dair bazı deneyler yaptığını ve bu deneylerle bunun ispatlandığını da belirtmişlerdi. Tabii ki aradan 50 sene geçti. O zaman bunun belgesini arşivlemek hiç aklımıza gelmedi ama yaşanmış bir olayın gerçek hikayesi olarak hep hatırımda ve hatıramda kalmıştır.

(SÜRECEK)