İzmir’e bağlı Selçuk’ta yaşları 1 ile 5 arasında değişen beş çocuk evde elektrik sobasının devrilmesi sonucu çıkan yangında zehirlenerek yaşamlarını kaybediyor. İşin temelinde derin yoksulluk yatıyor. Baba hapishanede, anne çöplerden kâğıt ve hurda malzemeleri toplayarak yaşama tutunmaya çalışıyor.

Dünyada çocuklarına bayram yapan ülke olmaktan, çocuklarına sahip çıkamayan, her gün yeni bir çocuk dramı yaşayan ülke durumuna geldik. Çocuk yaşamı ülkemizde sudan ucuz.

8 Yaşında Diyarbakır’da Narin kızımız büyük olasılıkla ailesi tarafından katledildi. Henüz katiline dair bile elle tutulur belge yok gibi. Neden ve niçin? Bir iktidar milletvekili; “Biz aileyi tanıyoruz, bildiklerimiz var, söyleyemeyiz” diyebiliyor. Türkiye ayağa kalktı bu adaletsizlik karşısında, henüz arpa boyu yol alınamadı.

Tarikat yurt ve yuvalarında kız çocuğu, erkek çocuğu demeden çocuklara tecavüz ediliyor. İktidar mensupları hem de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı; “Bir defadan bir şey olmaz” deyip işin içinden çıkıveriyor.

Bununla da kalmıyor daha geçtiğimiz hafta 19 özel hastanede para için bebeklerin katledildiği ortaya çıktı. 10 Hastane kapısına kilit vuruldu. Yerin yerinden oynaması, hükümetin istifa etmesi gerekirken, konu unutulmaya başladı bile. Altından mevcut iktidarda Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı yapmış kişinin hastanesi de, işin içinden çıktı ve kapısına kara kilit vuruldu.

Diğer yandan, daha önce Aladağ’da bir merdiven altı tarikat yurdunda 11 kız çocuğu yanarak can vermişti.

İzmir’de yaşamını yitiren çocuklar bu düzenin ve sahipsizliğin kurbanıdır. Bilinçsizliğin cehaletin kurbanıdır. Ülkede bilinçli çocuk yapılmıyor. Hala koşullar ilkel, nüfus sınırlaması yok. Aileler bilinçsiz, bakabileceği kadar çocukla sınırlı kalamıyor. Devlet çocuk sayısına göre hiçbir yardım yapmıyor. Örneğin her memur devletten sözde çocuk yardımı alır. Bordroda vardır. Kaç lira? On lira, yirmi lira gibi komik rakamlar. Bir şişe süt bile alamazsın.

Kısa bir anımı anlatayım; Geçmişte nüfus sayımlarından birinde Tekirdağ Çorlu ilçesinde memur olarak görevliyim. İzmir’deki olayın tıpatıp benzeri. Kenar mahallede bir eve girdim. Eve girme ve sayımda yazdığın kişiyi mutlaka görme zorunluluğu var. Bahçeye bir sandalye atıp bir kişi söyleyip hepsini yazamıyorsun. Orta yaşlı bir anne çıktı evden. Kaydedeceğim kişileri bir görmem gerekiyor dediğimde, kadıncağız zaten tek odalı evinin kapısını araladı. 5 çocuk hepsi aynı yatakta yatıyor. Çocukların sadece kafaları gözüküyor. Öğlen olmak üzereydi. “Bu saatte çocuklar neden hala yatıyorlar” diye sorduğumda, kadın utangaçça hiç yanıt vermedi. Ancak yataktaki çocuklardan birisi konuşkan olanı gülerek, “Elbiselerinin altı olmadığı için yataktan kalkmadıklarını” söyledi.

“Babaları nerede “ dedim.

Kadın; “Mahpushanede” dedi.

O an içime adeta kan damladı. Sanki o çocukları aç ve açık bırakan bendim. Çocukların yüzüne doğru ikinci defa bile bakmaya yüzüm tutmadı. İnsan oluşumuzdan utandım. Sordum hiçbir sosyal yardım almıyorlarmış. Kapının önünde ayakta kaydımı yaptım ve evin adresini kaydedip ayrıldım. 

Ertesi gün ilçe kaymakamlığına gittim. O zaman Çorlu Kaymakamı sayın M. Ali Ulutaş Beydi. Arada ziyaretine giderdim, ama bu defa farklıydı. Ailenin dramatik yaşamını anlattım. Acil yardıma muhtaç olduklarını anlattım. Adresi verdim, sağ olsun “ilgileneceğim hocam” dedi. Oradan ötesini bilmiyorum, fakat ben vicdanımı rahatlatmıştım.

İzmir’deki dram da bunun benzeri bir derin yoksulluğun ürünüdür. Çocuklarına sahip çıkamayan bir ülke olarak hepimizin utancıdır. Ancak olay tek İzmir’de değil ülkenin dört bir yanı aynı kaderi paylaşan binlerce aile ve çocuk var.

Derin yoksulluğun acı faturası 5 canı yaşamdan kopardı. Bunun mutlak bir sorumlusu var, ama sizce kim acaba?