“Vizontele” ve “Vizontele Tuuba” da, tıpkı “Hababam Sınıfı” filmleri gibi, tıpkı Kemal Sunal’lı, Şener Şen’li Yeşilçam klasikleri gibi, ekranda karşınıza çıktığında izlemeden duramadığınız filmlerden.
Bunlara Cem Yılmaz filmlerini de ekleyebilirsiniz.
Daha öteye giderseniz, İstanbul’un, Boğaz’ın 1960’lı, 70’li yıllarını size bir kez daha anımsatan nostaljik nice Yeşilçam filmini sayabilirsiniz.
Benim için öyle…
Rastlarsam, içim sızlayarak izliyorum. Hem İstanbul’un o bakir zamanlarını, hem de ailemizden birer fert haline gelmiş, iyisiyle-kötüsüyle Yeşilçam karakterlerini…
Geçen gün “Vizontele Tuuba” çıktı karşımıza.
Damadımla, bilmem kaçıncı kez yeniden, keyifle, duygulanarak izledik.
Bu filmin “kütüphanesiz” ilçeye atanmış Kütüphane Müdürü Güner Bey, Yeşilçam’ın en yakışıklısı Tarık Akan henüz hayatta. Ama, adım adım kaçınılmaz sona doğru gittiğini biliyoruz. İçimiz burkuluyor.
2004 yılı yapımı bu filmde, Yılmaz Erdoğan, Tuba Ünsal, Demet Akbağ, Altan Erkekli harikalar yaratıyorlar.
Bende en fazla iz bırakan sahne ise, kütüphanenin açılışında konuşan Güner Bey’in, o mahcup, sıkılgan, üç cümleyi bir araya getiremez halleri…Konuşma becerisi olmayan adamı öyle güzel oynamış ki Tarık Akan…
*
Bir ara Erkekçe’nin sinema yazarı (!) olmuştum ya, orada da yazmıştım.
“Sıcak Saatler”in Cehennem Cevdet’i, “Kurtlar Vadisi”nin Seyfo Dayı’sı, “Ağır Roman”ın Arap Sado’su, benim sevgili çocukluk arkadaşım, rahmetli Nihat Nikerel de, kahkaha patlamaları ile gülerdi ben anlatırken…
Çorumlu bir genç, İstanbul’da dolaşırken film çekimine denk gelmiş, galiba Filiz Akın’a Sultanahmet Meydanı’ndaki gösterisinden sonra para atmıştı.
O film Yalçın Sineması’nda gösterimdeyken, her gün sinemanın karşısındaki leblebicilerin önünde, iki eli belinde durur, sinemadan çıkan çocukların “artiz abi” diye tebriklerini kabul ederdi.
Bir de Olgun Şimşek’in o unutulmaz repliği:
Yoldan geçen adamı öyle bir oynadım ki…
Yönetmen, elini çenesine koydu, ‘vay be!’ dedi.
*
Tarık Akan, bizim kuşaktan…Hatta, tam olarak benim yaşıtım.
1970 yılında ben gazeteciliğe başlarken, o da Ses dergisinin yarışmasını kazanıp oyunculuğa adımını atıyor.
Geçen Ekim ayında kaybettiğimiz sevgili arkadaşım Naci Bilan, İstanbul Hukuk’ta okurken birlikte İstanbul’u gezerdik de, henüz yeni yeni tanınmaya başlayan Tarık Akan’a o kadar çok benzetilirdi ki…
O günlere uzanmışken, bir komik anekdot geldi aklıma.
Güzel Sanatlar’ın sınavlarına giriyoruz. Benim branşım grafik…Her gün farklı bir sınavdan geçiyoruz ve her gün elenenler oluyor.
Bizim Lise’nin kalecisi (yiğit namıyla anılır) Çatlak Hasan da sınavda…
O günün konusu, yağlıboya tekniğiyle “çingene çadırları”…
Hasan, yapmış, bozmuş, yeniden yapmış, olmamış…Sonunda zaman da kalmadığı için simsiyah boyamış.
Sıraların arasında gezerek yapılan resimleri inceleyen öğretim üyelerinden biri, “Bu ne?” diye şaşkınlıkla sormuş.
Hasan’da cevap hazır:
“Çadırlar var, ama zifiri karanlık hocam!”
*
Tarık Akan’ı hep sevdim ben.
Romantik “Damat Ferit” hallerini de, ideolojik filmlerinde canlandırdığı “bu toprağın insanı” karakterlerini de…
Hele de, sansasyondan uzak “ilkeli” özel yaşamını, inandığı doğruların arkasından gidişini, dik duruşunu…
İdeolojik olarak farklı düşünebilirsiniz, ama hiç değilse, bu vıcık vıcık ortamda, “düzgün aile babası” profilini, dürüstlüğünü, insancıllığını, iyilikseverliğini, mücadeleciliğini de mi takdir edemezsiniz?
Karakteri biraz gevşek olsa, aklının ve yüreğinin götürdüğü yere gideceğine, insani dürtülerinin gösterdiği yoldan gidip her gün bir kadınla gününü gün edemez miydi bu yakışıklılıkla?...
Bu araya da bir fıkra sıkıştırmam gerek:
Yaşlı bir kadın, Fatih Ürek’ten bahsediyormuş;
“Ben bu yavrumu pek seviyorum, kızlarla hiç adı çıkmıyor!” demiş.
*
Ben, Tarık Akan’ın anısı önünde saygıyla eğiliyorum, önümü ilikliyorum.
O’nun her tür filmini, fırsat buldukça izlemeye devam edeceğim.
Gerçekten övgüye değer özel yaşamını ve artık Türk halkına malolmuş, başarılarla dolu sanat yaşamını takdirle anımsayarak…
Mekânı cennet, ruhu şâd olsun.
Mehmet YOLYAPAR