Ülkemizin “Göller Bölgesi” olarak bilinen Isparta ve Burdur illeri ile Antalya’nın iç kesimlerini kapsayan yörede, devasa göllerin neredeyse tamamen kuruduğu veya çekile çekile küçücük kaldığı haberleri geliyor.

Bir yandan da, hemen her gün bir bölgemizde şiddetli yağış yüzünden sellerin ortalığı yıkıp geçtiği haberleriyle içimiz yanıyor.

Son olarak, Doğu Karadeniz Bölgemizde ciddi can kayıpları da yaşadık.

İnsan şaşıp kalıyor doğal olarak; ülkemiz hem bu kadar yoğun yağış alıyor, hem de, yeraltı su kaynaklarımız azalıyor, göllerimiz kuruyor, akarsularımızın debisi düşüyor.

Çelişki gibi görünüyor.

*

Biliyoruz ki su, canlıların yaşamı açısından olmazsa olmazımız.

Hava ve toprakla birlikte hayat kaynağı.

Ama, şiddetli yağışlarda hayat felç oluyor. Büyük can ve mal kayıpları yaşanıyor.

Ve yağan onca yağmur, yeraltı kaynaklarını beslemek yerine sel olup akıyor, önüne geleni yıkıp geçiyor.

Neden?

*

Bilim insanları diyorlar ki:

Dünya üzerindeki toplam su miktarı, her ne kadar dağılımı zamanla değişim gösterse de, milyonlarca yıldır neredeyse hiç değişmeden kalmıştır. Her gün küçük miktarda su, atmosferin yükseklerinde (ultraviyole ışınlarının su molekülünü parçalayabiliyor olmasından dolayı) kaybolur. Buna karşılık, volkanik faaliyetler nedeniyle dünyanın iç katmanlarından çıkan sular, kaybı telafi eder.

Toprak, sünger gibidir ve yağan yağmuru emer. Ancak suya doymuşsa, yağan yağmur akışa geçer, şiddetli yağış anında sel olur.

En az su emici zeminler ise betonlardır.

Çim ve toprağı, ağaçlık alanı, binalarla, beton yollarla doldurmuşsanız, yağan yağmurun hemen akışa geçmekten ve sele dönüşmekten başka çaresi yoktur.

Yağış rejiminde yaşanan dengesizlikler ayrı bir konudur, ama suyun emilimini önleyen insan faktörü, sel felaketlerinin yaşanmasında ve yeraltı kaynaklarının beslenememesinde en önemli nedenler arasında sayılmaktadır.

*

Gazete okuyan, televizyon haberlerini izleyen herkes biliyor ki, sera gazlarının ölçüsüz ve kontrolsüz salımı yüzünden, küresel iklim değişiyor.

Geleceğin en önemli sorunlarından birinin “tatlı su” yetersizliği olacağı, hatta dünyanın, petrol savaşlarından sonra su savaşlarına sahne olmasının kaçınılmaz göründüğü herkes tarafından kabul ediliyor.

Kuruyan göller, suyu azalan ırmaklar, verimsizleşen yeraltı su kaynakları…Ve diğer yanda, yakıp-yıkan seller, çılgınlaşan dereler, nehirler…

Aşırı yağışların yeraltına emilimini de, bir yerlerde depolamasını da sağlayamıyoruz.

*

Ülkemizde artık “su yönetimi” konusunda, şimdiye kadar olduğundan çok daha ciddi önlemlerin alınması gerektiği ortada.

Bunun yanı sıra, betonlaşmanın frenlenmesi ve verimli tarım topraklarının korunması da, tartışılmaz bir gereklilik.

İşte son sel felaketlerinin bize düşündürdüğü ülke gerçekleri.

Bu konuda ulusal bir politikaya ve topyekûn seferberliğe ihtiyaç olduğu yeterince açık görünmüyor mu?