Velhasıl zaman durmuyor, bütün hızıyla gözlerimizin önünden uçup gidiyor.
Yapacağımız o kadar çok şeyler varken biz de sessizce bekliyoruz. Neyi beklediğimizi bilemeyerek, gerçekte neyi bekliyoruz ya da ne bizi kendimize getirebilir? Bir boşlukta nefeslerimizi tutup, diğer bir boşlukta nefesimizi bırakıyoruz. Maviyi bir hırka gibi üstüne geçiren denizleri seviyoruz, ama çok iyi de yüzmeyi bilmiyoruz. Nedense hep denizin diplerine dalmak istiyoruz. Bazen nefes almayı beceremeyen balıklar gibi hep hava yutuyoruz. Yuttuğumuz havalar içimizi daraltıyor.
Nereye gidiyoruz? Ne yapmak istiyoruz? Bilemiyoruz.
Bazen çok düşününce aklımızı yerinde bulamıyoruz. Nereye gitmişse, uçup gitmiş işte...
Balkona çıkıp gökyüzünün sonsuzluğuna bir sigara yakıyoruz. Sigaranın dumanı beynimizin odalarını griye boyarken yakalıyoruz. Oysa biz griyi en çok gökyüzünde, üstünde mavi masallar olurken severdik diyoruz, ama bizi duyan olmadığı için kendi kendimize konuştuğumuzun farkına varıyoruz. Bir anda yüreğimizi tutuyoruz, orayı da griye boyamasından korkuyoruz ve gecenin en koyu mavisine ellerimizi sallıyoruz. Salladığımız ellerimize bulaşan mavileri alıp sol üst cebimize koyuyoruz.
Kendimiz hakkında bilmediğimiz, sustuğumuz bilmemek istediğimiz o kadar çok şey var ki. Hayata şimdi nereden başlamalı? Hangi andan, hangi heceden, hangi cümleden? Hangi noktayı kırıp virgül yapabiliriz? Hangi saati kırıp zamanı durdurabiliriz? Sorularımız zamanın akrebinin kıskaçlarına asılı ve korkusuz birisi de çıkıp onları oradan alamıyor. Cevapladığınızda yeni sorulara boğulacaksınız nasıl olsa, bırakın orada kalsın diyorlar.
Aslında ne çok sorularımız var. Ne çok anlatacak konularımız var. Ne dinleyen var, ne konuşan, ağaç gölgeliklerine öylece oturmuşuz, zamanı öldürüyoruz. Aslında zamanın içinde kendimizi öldürdüğümüzden haberimiz bile yok.
Hayat için yeni bir sayfa açıp, en güzel cümlelerle resim yapmak varken, öylece oturup uzakları izliyoruz. Uçmak için bir kuş olmak gerekmiyor, küçük sevinçlerin olsun yeter diyor Cemal Süreyya.
Bazen bize dokunanlar, her sözcüğün, her dokunuşun, her gülüşün, her öpücüğün, her damla akan gözyaşının bir bedeli olmalıdır diyorlar. Hayatta her şeyin bir karşılığı mı olmalı? Oysa karşılıksız dinleyen kıymetlidir benim gözümde, bence her şey karşılıksız yapılmalı, bir ufacık iyilik bile. Canı acıyan arkadaşlarımız olduğunda mesela, can sadece yaralandığı, kaza geçirdiği için acımaz. Bazen öyle cümleler duyar ki acıtan…İşte onlar canı daha çok acıtır. Onları hep karşılıksız dinleyin, çözüm yolları bulmaya çalışın.
Şimdi hadi hep beraber cesur bir kalbimiz olmasını dileyelim. Korkmadan haykırabileceğimiz cümlelerimiz, yazabileceğimiz, yapabileceğimiz hedeflerimiz ve anlatmaktan bıkıp usanmadığımız hikâyelerimiz olsun.
Aynaya yansıyan resminizden ne algılıyorsanız, onunla yetinmeye çalışmanız gerekmez. Aynanızda yansımasını istediğiniz görüntünün ne olmasını istiyorsanız onu çıkarıp koyun aynalara. Rönesans Dönemi'nin ünlü ressamlarından Michelangelo , ta o zamanda fark etmiş resimde dikkat çekmesi gereken objenin ön plana çıkmasını. Mesela, Meryem’in kucağında yatan çocuğun İsa'nın neredeyse Meryem kadar büyük olması gibi.
Bir insanın yüreğinde kocaman bir evren vardır. Eğer ki nasıl bakmasını biliyorsanız her şeyi öyle görürsünüz. Yüreğinize pencereler açmaktan asla vazgeçmeyin. Sevgi cümlelerinizi o pencere aralığından evrene söyleyin ki yüreklere değiversin. Çünkü her şey yürekte başlar ve biter. Bitenler için üzülmeyin. Hayat bir şeylere üzülecek kadar uzun değildir. Bazen içinizdeki cümleleri çıkartmak için yüreğinize açtığınız pencereler yetersiz kalırsa, işte o zaman kapılar yapın. Tertemiz baharı sevinçle karşılayın. Kalbinizin derinliklerinden gökyüzüne kuşlar uçurun. Yanınızda da kendinizi her zaman mutlu hissettiğiniz insanlar olsun. Hayatı hissetmeniz yanınızdaki insanla daha güzel olur. O insanlar ki sizin kapınıza gelip dayandığında anahtarları olmadan kapılar sonuna kadar açılıverir.
Kendinizi başkalarında aramayın, kendinizi bulmak için yüreğinize bir bakın. Hala kıpır kıpırsa ve yüzünüze yayılan bir gülücüğünüz varsa yeter.
Unutmayın! Hayatın tozunu yutmayan, güneşin en kızgın anında, susuz kaldığında, suyun lezzetini bilemez.
Hepsi bu...
Velhasıl, siz yolun neresindesiniz?