31 Mart yerel seçimlerine doğru siyasal kavganın frekansı giderek yükselmektedir.

Bu nedenle bugünlerin siyasal ikliminin yaratıcısı olan 28 Şubat müdahalesini, önceki yazılarımdan bir özetleme yaparak hatırlatmak istedim.

Evet, toplumsal farklılıkların kaşındığı; büyük katliamların yaşandığı ve de dönemine göre sürekli bir korkunun üretildiği ülkemizde:  

-12 kez sıkıyönetim ilân edilir, 5 kez darbe ve müdahale yapılır, 25 kez Kürt isyanı olur, 15 yıl olağanüstü hal uygulanır ve 40 yıl adı konulmamış savaş benzeri bir çatışma yaşanır ise...

-En küçük toplumsal uyanış “komünizm”, en masum talepler “bölücülük”, sıradan bir muhafazakârlık “irtica” korkusu olarak görülür ise...

Yani neredeyse 101 yıllık cumhuriyet tarihi; isyanlar, sıkıyönetimler, darbeler ve de korkular tarihi olur ise...

Elbette ülke içindeki sermaye gruplarının paylaşım kavgasında da toplumu sindiren, otoriter bir yönetime ve de özellikle askeri müdahaleye ihtiyaç duyulur.

İşte 27 yıl önceki 28 Şubat müdahalesi, böyle bir ihtiyacın ürünü olmuştu.

Zaten savaşların, çatışmaların, siyasal kavgaların en önemli belirleyici nedeni, ekonomik zenginliklerin ele geçirilmesi ve de üretim kaynaklarının paylaşılması idi.

***

Türkiye’de 1950’den 1980’e kadar devletçi ekonomi ile liberal ekonominin kavgası yaşandı. Siyasete yansıyan da bu kavga idi. Ve de bu kavgada:

Devletçi ekonominin siyasal temsilcisi, dolgusu millici bir çizgide Kemalist cephedir.

Liberal ekonominin temsilcisi, dolgusu piyasa sistemi olan ve küresel sermayeye açık İstanbul sermayesidir.

80’li yıllardan itibaren ise bugünlerin Türkiye’sini belirleyen yeni bir kavganın işareti görüldü.

Bu işaret, İstanbul sermayesi ile Anadolu’dan yükselen ve Anadolu Kaplanları da denilen Anadolu sermayesi arasında yaşanan bir kavganın işareti idi.

Bu kavgada; Cumhuriyetçi söylemler İstanbul sermayesinin, geleneksel değerler ve de İslami söylemler Anadolu sermayesinin yapıştırıcı gücü olmuştu.

Aslında her ikisi de liberal ekonomi ve piyasa sistemini savunan sermaye grupları idi.

Post Modern Darbe diye de adlandırılan 28 Şubat’a, işte bu kavga damga vurmuştu.

***

O günün iktidarı, Refah Partisi (RP) ile Doğru Yol Partisi (DYP) koalisyonudur.

Yani liberal İstanbul sermayesi ile muhafazakâr Anadolu sermayesinin zorunlu bir koalisyonudur. Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan, yardımcısı Tansu Çiller, Cumhurbaşkanı ise Demirel'dir.

Ve 28 Şubat'ın, çok önemli iki belirleyici nedeni vardı:

-İstanbul sermayesine göre yeşil sermaye denilen, giderek büyüyen ve devlet olanaklarından faydalanan Anadolu sermayesi durdurulmalı, iktidardan tasfiye edilmelidir.

-Küresel sermayeye göre de yükselen Siyasal İslâm'ın Batı karşıtlığı kırılmalı, “Ilımlı İslamın önü açılmalıdır.

Çünkü “Ilımlı İslam”, ABD merkezli “RAND Corporation” isimli düşünce kuruluşunun gündeme sunduğu, İslam ülkelerine yönelik bir proje idi. RAND’a göre:

-Sosyalist sistemin dağılması ile İslam dünyasında yükselen Batı karşıtlığı eritilmeli ya da kontrol altına alınmalıdır.

-Özellikle de hem bölgesel hem de İslam dünyasındaki öneminden ve konumundan ötürü, Türkiye'de “Ilımlı İslam”ın önü açılmalıdır.

***

Nitekim bir el tarafından düğmeye basılır.

Birden bire cinci hocalar türetilir, sahte şeyhler ve müritler Ankara sokaklarına salınır.       Özellikle o günkü büyük basın, toplumun hassasiyetini kaşır, sivil bir kamuoyu oluşturur, ordunun laiklik hassasiyetini yükseltir.

Ve 4 Şubat 1997 günü Ankara’nın Sincan caddelerinde, 20 tank ve 15 zırhlı araçla iktidarın İslamcı kanadına sert bir uyarı yapılır.

28 Şubat 1997 günü ise Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararları ile yaratılan müdahale, gündeme damgasını vurur. Müdahalenin amacı da Cumhuriyet’i bir tehlikeden kurtarmak ve de irticaya dur olarak sunulur.

Her zaman şapkasını alıp gitmeye alışık Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bu kez gitmez ama dik de durmaz. Ordunun uyarısından hareketle, iktidarın İslamcı kanadını temsil eden Başbakan Erbakan'a bir uyarı mektubu gönderir.

***

Sonuç olarak diyebiliriz ki:

28 Şubat’ın asıl hedeflerinden olan, ABD kaynaklı Ilımlı İslam projesini, ne İslamcı siyasetler okuyabildi ne sağ-sol siyasetler, ne de askeri kadrolar okuyabildi.

Öyle ki,  BOP eş başkanlığına kadar sürüklenen bir siyasal sürecin temeli, işte o günlerde atılır oldu.

Ama yine de bir soralım:

O günlerde 28 Şubat’a övgü dizenler; darbelerle Cumhuriyetin kurtulacağını, siyasetin terbiye edileceğini sananlar; özellikle de ülkeyi, günümüze kadar devam eden siyasal bir krizin içine sokanlar, neye hizmet ettiklerini bugüne kadar görebildiler mi?