Komşunun yaşıtımız kızları da bir başka heyecan olmaya başlamıştı. Onların babasının elini öpmeye gittiğimizde yedi dağın çiçeğini andıran anasının diktiği basma entarinin içinde şöyle kaçamakla göz göze gelince dizlerimiz kesilir, kalbimiz çarpıntıdan dışına çıkacak gibi olurdu.
Bayram yerleri vardı her şehirde ve kasabada. Büyüklerin elleri öpülür paralar toplanır hava da sıcak ve güzelse çocuklar doğru soluğu orada alırdı. Çocukların sesi park yerindeki kuşların sesi gibi cıvıl cıvıl, güzel ve tatlıydı.
Azıcık büyümüş kızlar bayram yerine gönderilmezdi. O zaman kadınların kızların dışarı çıkması pek adetten değildi. Haftada bir, biraz uzaktaki komşuya giderlerse o hanımlara gezgiç denirdi.
Rahmetli dayım İsmet Mat elini öpünce, gümüş bir liralıklar vardı ondan verirdi. Bu para çocuklara verilen en büyük para idi zannederim.
Size biraz da bayram yerlerini anlatayım; öyle kalabalık olurdu ki iğne atsan yere düşmezdi. Pamuk şeker, yarım kabağa saplanmış elmaların yüzüne şeker kaplanır dom dom şekeri diye satılırdı. Dövme dondurma kar dolu fıçının içinde döndürülerek yapılır, kar Köse Dağından eşeklerin sırtında getirilirdi.
Şurupçular sırtında gayet süslü pirinçten yapılmış elbiseleri ile vişne şurubu, ayran satardı. Bir tarafta salıncaklar, bir tarafta mafe denilen döner dolap vardı. Çocuklar bunlara binmek için sıra beklerlerdi.
Tel de kayılırdı. Bunu babam kurardı. 30-35 metre boyunda örgülü çelikten, parmak kalınlığındaki tel meyillice gergin bağlanır, yukardan tekerlekli makara ile çocuğu iyi tut diye tembih edilerek çocuklar salınırdı. Aşağı başta onu bir adam incitmeden tutmaya çalışırdı. Bunda kaymak cesaret işiydi yine de çocuklar sıra beklerdi. O kayışta insanın yüreği erir gibi bir his doğardı.
Bayram yeri şimdiki Ziraat Bankasının olduğu yerde kurulurdu. Faytonlar da dolmuş yapar çocukla hastaneye kadar beş kuruşa götürülüp getirilirdi. Bazı çocuklar faytonun arkasına asılır, faytona binen çocuklar faytoncuya arkaya bir kamçı diye seslenirler, faytoncu kamçıyı faytonun arkasına şöyle bir yalandan şaklatırdı. O faytonlar ne kadar süslü, atlar ne kadar çok bakımlıydı. Bayramda atların yeleleri taranır, kuyrukları topuz yapılır ve faytonların pirinç olan yerleri parlatılırdı.
Bayramın 2 .nci 3. ncü günleri sinemaya gidilirdi, sonradan kadınlar matinesi günleri de yapılmaya başlandı. Bayramların tatili böyle uzatılıp 8-10 gün yapılmazdı, esnaf 2’nci 3’üncü günü dükkanını açardı. Memur hiçbir zaman hakkı olan tatilden başka ek günü kabul etmezdi.
Vazife aşkı o insanlarda başkaydı. 30-40 sene memurluk yapan insanlar bir gün ne rapor alırlar ne de işe geç kalırlardı ve bu onların en büyük övünç ve gurur kaynaklarıydı. Şimdi böyle insanlar kalmadı. Bizden 10-15 yaş büyük insanlar bile parmakla gösterilecek kadar azaldı, tabiri caizse antika oldu.
Bizler hiçbir zaman o heyecanları o bayramları bir daha yaşayamayacağız. Bu günkü çocuklar da maalesef yaşayamıyorlar. Çocuklar artık dört duvar arasında, televizyon başında veya evden kaçan, sözde tatil yapan ailelerinin yanında hürriyetsiz insanlar gibi bayram yapıyorlar. Sokakta oynayıp çocukluğun tadını çıkaramıyorlar.
Okullar lüzumsuz bilgilerle donatılmış halde. Çocuklar dershane ile okul arasında koşup duruyorlar aynı yarış atları gibi.
Bizler hiçbir zaman genç veya çocuk olamayacağız, ama onlar inşallah ihtiyarlığın tadını sıhhatlice çıkarırlar, mutlu olurlar.
Saygı ve sevgilerimle. 27.03.1999