Yaratılışları itibari ile cinler (şeytan) melekler ve insanlarda ayrılmaz üç sıfat vardır. 1-Şeytan: Tamamen küfür ehli ve günah sıfatlıdır. Devamlı insana harama ve günaha yöneltir. Çünkü insanı kendisinin Allah’ın katından kovulmasının nedeni bilir. İntikamı bundandır. Şeytan –iblis- cini taifesinin münkir-inkarcı cinsindendir. Cinlerde olduğu gibi her kılığa girme özelliği vardır. Şeytanın işi gücü şeytanlıktır, haramdır, isyandır vs. Aslı ateştir. Melek ise tam tersi; günahsızdır. Nurdan yaratılmışlardır. İnsanlar için bir nimettirler. Asla isyan nedir bilmezler.
Üçüncüsü ise en şerefli yaratık olan insandır. Yüce Allah, bütün kainatı insanlar için yarattığından onu bu dünyaya çetin bir sınavdan geçirmek suretiyle rabbini bilenler ve bilmeyenler olarak insanın hür iradeleri ile bir seçime tabi tutmuştur.
Bunun için de insana hem şeytani, hem melek ve insani özellikleri birlikte vermiştir. Bundan dolayıdır ki insan, azarsa şeytan, uslanırsa melek gibi olur ki melekleri bile kendisine gıpta ettirir. Eğer isyana inkara düşerse Allah korusun şeytana bile taş çıkarttırır. Bunlar insanın sınav sorularıdır. İnsan ister çalışır ve gaflet gösterirse, iyilerin iyisi olanların en yüce makamı, yok inkara ve isyana d üşerse günahkarların ve inkarcıların kitabına yazılırlar. (Sure-i mutaffifin 7 ve 18. Ayetler)
Tabi ki inkarın önünde iman, isyanın ve günahın önünde de tövbe kapısı vardır. Her an açıktır. Ta ki ölüm anına kadar. Durum böyle olunca, insanlarda her türlü iyi, kötü, hayır, şer gibi kabiliyetler insanın genlerinde mevcuttur. İnsan bu dünyaya şerri yenip hayrı elde ederek dünya ve ebedi ahiret saadetini kazanmak için gönderilmiştir. Ayetlerde bildirilen insanın menfi olumsuz özellikleri şunlardır ki insan unlardan dolayı günah işler.
Örneğin şu ayetler bu gerçeği anlatırlar:
1-Gerçekten insan, pek hırslı sabırsız yaratılmıştır. Kendisine bir zarar dokunduğunda sızlanır bağırır, çağırır, feryat ve isyan eder (Ben ne yaptım ki bu fenalık bana geldi idey feveran eder).
Eline bir imkan geçince de onu kendinden bilir, pinti kesilir. Ancak Allah’a ve ceza gününe inananlar öyle değildirler. Onlar dinlerini asla ihmal etmezler. İşte bunlar cennet ehli olan müminlerdir. (Casiyye suresi, ayet 19-20-21-22-23-35)
İnsanlarda bulunan en kötü sıfatlardan birisi de nankörlüktür. İyilik kadri bilmemezliktir, şükürsüzlüktür. “Ulu Allah nimet olarak ondan isteyebileceğiniz her şeyi vermiştir. Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız (saymaya gücünüz yetmez) sayamazsınız. Doğrusu insan çok zalim ve nankörtür. (İbrahim, 34. Ayet) buyurur. Kur’an’da bu ve buna benzer insanın nakıs, noksan sıfatlarını bildiren bir çok ayeti kerimeler vardır.
İnsanın sabırsız ve aceleci olduğu. (İsra, 11)
İnsana bir iyilik gelirse fırsatçı kesilip o nimetin devam etmesini istemesi, kötülükleri başkasından iyilikleri kendinden bilmesi (İsra 83)
İnsanoğlu çok cedelcidir (kehif 55) gibi ayetler insanda bulunan ve eğitimle, ilimle, ibadetle, irfanla olgunlaştırıp bunları müsbet hale getirmenin insanın imtihanı olduğu bildirilmiştir.
Şimdi insanın bu durumu sergileyen acılar, ızdıraplar, sıkıntılar, hastalıklar vs gibi durumlardan nasıl kurtulması gerektiğini bildiren örnek tutum ve davranışlar pratikten, yolumuzu aydınlatan örnekler:
İnsanoğlu bu dünyada doğumundan ölümüne kadar ya safa veya cefa, yani bazen mutlu ve bazen de mutsuz olabilir. İnsanın çektiği ağrılar, sızılar, elemler, kederler, hastalıklar, belalar ve musibetler insanın bu dünyada karşılaşacağı sınav yöntemlerinden bazılarıdır. Bu acılar ve sıkıntılar bazen hafif olur, bazen de ağırlaşır. Ağrılarımız çoğalınca haflerini unuturuz, yani beterin beteri var deriz ve teselli bulmaya çalışırız, onunla yaşamaya çalışırız.
Demek ki dünyada her şey geçicidir. Mesela; anadan doğma görme engeli olan bir kişi ile sonradan gözlerini kaybetmiş olan bir engellinin çektiği acı aynı değildir. Gözü sonradan görmez olan görme engelli kişi, önceden sefayı görüp tattığı için acısı ağır olur. Doğuştan ama olan kişi ise ışığı hiç görmediği için dünyayı hep karanlık sanır. Yani ışık ve karanlık onun için farksızdır. Anasından ama doğan bir erkeği, göze hor çirkin bir hanımla evlendiriyorlar. Adam hanımını o kadar seviyor ki ona dünya güzel diyor. Öyle zannediyor. Çünkü hanımı onu çok seviyor ve üzerine titriyor. Aradan biraz zaman geçince doktorlar etkin bir ameliyatla gözünün açılabileceğini söylüyorlar. Ama buna eşinin muvafatı –izni- gerekiyor. Fiziken çirkin olan hanım kendi durumunu göz önüne alarak önce razı olmasa da sonradan eşine olan aşkı öne çıkıyor ve razı oluyor. Neticede ama olan kocası ameliyat olunca gözü açılıyor, başında tabi ki hanımını görüyor. Birden eşine hanımına sarılıyor ve ne kadar güzelmişsin. Senin güzelliğinde yanılmamışım diyor. Çünkü o zamana kadar hiçbir kadın görmemiş, güzeli tanımamıştır. Tatmayan bilmez. Görmeyen bilmez. Demek ki insanlarda sefayı zevki, mutluluğu hiç tatmamış olsalardı çektikleri cefaya daha çok sabırla katlanırlardı. Demek ki sefa da, cefa da izafidir. Değişir ve dönüşür. Yani ortama uyum sağlar. Arabistan’dan birisi Sibirya’ya gitse sıfırın altında 40-50 derecede soğuk bir yer, gece ayaza konsa anında donar ölür. Ama yavaş yavaş alıştırılarak soğuğa alıştırılırsa o soğukta ceketsiz gezer. Fiziğin değişim, dönüşüm ve uyum kanunları bunu gerektirir. İnsanlar hayatın sosyal, ekonomik, fiziki şartlarına göre tavır ve durum alırlar. Kendisine işkence yapılan bir insan ölmez de dayanırsa öyle bir an gelir ki artık acı duymaz, ölür hale gelebilir. Bunların hepsi dünya veyahut ilahi kanunların doğal bir sonucudur. İflas eden zengin birisi çok acı çeker ama zamanla alışır. İflas fukaraya bir tesir etmez. Cefayı gören sefayı unutmaz. Fakir zenginleşince azar ama zengin fakir düşerse sıkıntı onu üzer, çünkü sefayı görmüştür, yaşamıştır.
R.SAV. efendimiz, dünyevi nimetler hususunda daima kendinizden aşağıdakilere bakın ki şükrünüz artsın. Kendinizden yukarıdakilere bakarak üzülürseniz kendinizden alt tabakadakilere bakarak teselli bulunuz. Hiçbir zaman nereden geldiğinizi, ananızdan çıplak olarak doğduğunuzu unutmayınız. (Buhari-Müslim-Tirmizi)
Kendinizi asla başkaları ile ölçmeye kalkmamalıyız. İnsanlar iş ararlar, çalmadık kapı, öpmedik el bırakmazlar. Nihayet bir işe yerleşirler. Sonra geçmişini unutup devamlı şikayet ederler. Yeni işe girdikleri halde üst seviyelerdekilere haset ederler. Daha işe yeni girmişken emeklilik hayalini kurarlar. Yani hallerine şükretmezler. Öbür yandan yaşı başı geçmiş bir işe girememiş bağrı yanık insanları yani kendilerinin önceki hallerini çabuk unuturlar. Devamlı yüksek mutluluk ararlar ve devamlı yukarı bakarlar. Bu hal onlara doping etkisi yapar ama mutluluk duygusunu yitirirler. Asla mutlu olamazlar. Yani büyük bir düşünürün dediği gibi, kimi mutluluğu yukarıda, kimisi de aşağıda ararlar. Halbuki mutluluk insanla aynı hizadadır. Demek ki bizim küçük gördüğümüz halimiz başkaları için ideal yerdir. Hastalık, sökellik, sıkıntı, bela, kaza, eziyet bunların hepsini de bu açıdan bakarak değerlendirmeliyiz ki mutlu olduğumuzun farkına varabilelim. Acıları hafifletmenin, haline razı olmanın önemi böylece belli olur. Beterin beteri var, haline şükret dostum. Hoşça kalın.