Roman, Barış Kitap tarafından çıkarıldı.
Romanda yer yer Çorum toprağına da zamanda yolculuk yapılıyor.
Çorum-Yozgat yolu üzerinde Küre belindeyiz:
"Bir sürpriz yapıyor kır atım. Küre beline götürüyor beni, köyüme.
Kara Sadık'ın evinin önü kalabalık. Avluda bekleyenler, eve girip çıkanlar var. Kalabalık git gide çoğalıyor.
Altı yedi yaşlarındayım. Çocuk gözlerimdeki merak toplaşan insanlar üzerinde.
Akgül üzerinde.
Akgül, Kara Sadık'ın kızı. Arkadaşımız. Arada bir avluya çıkıyor.
Ağlıyor.
Annesi ölmüş.
Cenazeyi kaldırdı köylü.
Sanki bizim evden çıkmış cenaze.
Annem kendi kendine konuşuyor:
-Ne yapacak, nasıl yapacak Kara Sadık?
Daha sonra konuşulanlardan anlıyorum annemin neden kaygılandığını.
Kara Sadık, dört çocukla kalakalmıştı. Üç oğlan çocuğu, bir kız çocuğu.
En büyüğü çocukluktan gençliğe geçti geçecek çağda. En küçüğü beş yaşında.
Köy, bir haberle çalkalanıyor. O ona ulaştırıyor haberi o ona.
- Kara Sadık evlenmiş!
Kara Sadık, Çorum'dan şehirli bir kadınla evlendi.
Kara Sadık'ın çok yakışıklı bir adam olduğunu o zaman fark etti köylü.
Takım elbiseye girdi Kara Sadık. Ütülü, beyaz gömlek giydi. Kravat taktı. Tarak vurdu saçlarına. Alnına dökülen perçemi daha bir yakıştı yüzüne.
El ağzı çuval ağzı.
Konu yine Kara Sadık. Bu kez konuşulanlar karısı üzerine. Duyan duymayana anlatıyor:
-Ben sana geldim Sadık! Çocuklarına bakıcı gelmedim.
Büyük oğlan aldı başını gitti Ankara'ya. Onun küçüğü yatılı astsubay okulunu kazandı, gitti. İlkokulu teftişe gelen müfettiş, Akgül'ü aldı götürdü. Küçük olanı da komşu kaptı. Erkek çocuğuna gereksinim vardı köyde. Oğlak kuzu arkasında koşacak birileri olmalıydı. Sofraya bir tabak daha konacaktı.
Kara Sadık Çorum'a taşındı. Bağı bahçeyi, iki bölük tarlayı sattı. Köye geldiği oluyordu ara sıra. Bizim eve de uğradığı oluyordu.
En çok da Akgül'ü özlediğini söylüyordu.
Arkadaşımın adı geçtikçe konuşulanlara daha yakın oluyordum.
Annem:
"Hadi söyle de dinleyelim Kara Sadık." diyor, o da eli kulağa atıp söylüyordu.
"Ağgül seni camekanda görmüşler
Rüyamda da seni bana vermişler.
Ağgül'üm gülüm!.. "
O söylerken evdekilerin yüreğinin yağı eriyor. Çıt çıkmıyor. Ağıldaki koyun kuzu, ahırdaki inek dana, evin köşe bucağında hesap kitap yapan kedi fare, tavanda gezinen gelincik, büyük evin bacasının içine yuva yapan kırlangıçlar...
Hepsinin de aklı Akgül'de.
Artık herkesin dilinde Akgül'ün türküsü. Bağda bahçede, tarlada, evde...
Gün geldi yine Kara Sadık haberiyle sarsıldı köylü.
"Bağ bahçe parası suyunu çekince, Şehirli kadın götüne bir tekme vurmuş Kara Sadık'ın. "
Köye de gelemedi, Çorum'un Hamdiköy, Seyfe köylerine atmış kendini.
Akgül türküsü kaldı geriye.
Çorum-Yozgat yolu üstünde Küre belinde rüzgârın diline düşen Ağgül türküsü, o sıralar Ankara'da da söylenirmiş meğer.
İhsan Atar, Bedriye ile nişanlanmış. Nişana arkadaşı Enver Gökçe de davetli. Başka arkadaşlar da var.
Nişan içkili.
Gece uzun. Gün ağarmak üzere.
Rakı, şişede durduğu gibi durmuyor. Kanı kaynıyor gençlerin. Az da değiller. Kadınlı erkekli on, on iki kişi.
Doğru Kocatepe'ye. Bağ bahçe ağaçlık oralar. Nara atılacak, türkü söylenecek yerler. Enver Gökçe'nin bildiği yerler. Üniversitede okurken arkadaşı İlhan Başgöz'le sık sık geldikleri yerler. Sabahattin Ali şiirleri okudukları yerler.
Yıllar sonra bir grup arkadaş yine buradalar.
Sabahın seher vaktinde Kıvırcık Hikmet'le Zafer birlikte türkü söylüyorlar:
"Ağgül seni camekanda görmüşler.
Rüyamda seni bana vermişler."
Bedriye diyor ki:
-Akgül'ü Hatice abla söylemeliydi.
Hatice abla dediği, Enver Gökçe'nin ablası.
"Ah türküler köy türküleri..."
(sayfa 33-36)