Son 5 aydır “Türkiye ekonomisi ne durumda?” sorusuyla karşılaşıyorum. “İyi” olana bu sorulmaz, demek ki işin deşilmesi gereken bir yanı var.

Enflasyon düşüyor, Moody’s ülke notunda “istisnai” bir işlem yaptı, Türkiye’yi iki basamak üste çıkardı. Büyüme hızı dünya ölçüleriyle yüksek, % 3‘lerde. “Gri Liste”den çıkıldı.

O halde sorun ne?

Sorun “kan değerleri”nde düğümlü değil.

“Kan değerlerimiz neden bozuldu?”.

Sormamız gereken bu...

Bu soru bizim 2022’de “ansızın” neden kötü beslendiğimizi, hangi vitaminleri eksik aldığımızı ortaya çıkaracak.

Siyasi yönetim bunu yapmadı, kendisiyle yüzleşmedi, ekonomi yönetimini değiştirmekle yetindi.

Şimdi “10” numara formalı Sn Şimşek’in kerametini bekliyor, öyle yatıp, öyle kalkıyoruz.

Oysa, “faiz enflasyonun nedenidir” yargısından, ucuz krediye kavuşan bir kesim oldu, bu kesim ya yanlış yerlere yatırım yaptı. Ya da KKM yatırımı ya da cash trade yaparak “spekülatif para”lar kazandı.

Haziran 2023’den bu yana ekonomi soğutuluyor. Soğuyan ekonomide herkes ama öncelikle sabit gelirli tüketici bedel öder, ödüyor da...

Kredi kartı harcamaları vatandaşın “frene” bastığını çok açık-seçik söylüyor. Türkiye büyümesini sırtlayan “harcama”lar olunca, bu kez çarşıda satışlar alarm veriyor, 2024 sonunda büyüme hızının düşmesiyle bunu göreceğiz.

Gidişattan etkilenen ikinci kesim ihracatçı.

Verimli olamadığı için kurların yükselmesini istiyor, TL‘sının değer kaybetmesini arzuluyor. Varsayımı şu: Merkezbank kuru baskılıyor...

Oysa Merbank kurun düşmemesi için rezerv arttırıyor, bu brüt rezervin 200-225 milyar $’a erişmesine dek muhtemel Kasım 2024’e dek bu işlem sürecek.

Soğutma işlemi kredilerin kısılmasını da beraberinde getirdi, krediler hem kısık, hem de maliyeti yüksek, bu da 2025’in ortalarına dek devam eder..

Kısacası, 2025 sonundan önce bir “ rahatlama” olmaz. Rahatlama yerine “gevşeme yolu” seçilirse, bilin ki yine yanlış patikaya girildi.

Gidişatı merak edenlere, 3 aydır “cevabı henüz belirsiz” dediğim, sorunun karşılığı bence belli oldu:

Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası ekibi, ekonomi yönetiminin başında kalacak.

Neden mi? Siyasi yönetim, Şimşek ve arkadaşlarıyla yol alındığını gördü. Bunun “rantını” kullanmak isteyecek. Gelin bu da siyasetin “kullanım hakkı” olsun.

Peki, Merkezbank’ın para politikası “düze çıkmak” için tek çare mi?

Bu sorunun içinde gizlenmiş bir “cevap” görüyorum.

Evet, tek çare para politikası değil. Bunun yanında “maliye politikası “ uygulanmalı. Bitmedi, bir de “yapısal dönüşüm politikası” gerekiyor. Hem ekonominin temel ders kitapları, hem de uygulama örnekleri bize bunu açık-seçik söylüyor.

Bu kez ben soruyorum:

-Sayın Şimşek ve ekibi, bu 2 politikayı neden uygulamıyor?

Sadece bir sözcüğü değiştirerek “uygulayamıyor” diyeceğim.

Maliye politikası, bir gelir-gider uygulamasıdır. Daha doğrusu, vergi ve harç gelirlerinin arttırılmasıdır.

Sn. Şimşek bir vergi tasarısı hazırladı, borsacılar, borsa yatırımcıları, şirketler “bam teline” basıldığı için

ayağa kalktılar.

Hatta yurtdışına çıkış yapacakların “çıkış harcı”nı tartışmalarına dek tepkiler ileri gitti.

Bu hükümler hemen “budandı”, vazgeçildi.

Tasarruf Genelgesi” hazırlandı, ancak uygulama “ana” gider kalemleri yerine, “tali” kalemlere evrildi. Yerel dünyanın sesi olan Anadolu gazetelerinin “aboneliği” kesildi.

Kısacası, ne tasarruf mümkün, ne de vergi almak...

Oysa vergide temel ilke “ cebri olma” (zorla yapılan) özelliğidir, sorulmaz, alınır.

Politik yapıcılar ise sadece para politikasıyla yetindi, ötesini gözü alamadı.

Sonuç, kuşun “tek kanatla” uçması bekleniyor, artık ne çıkarsa bahtımıza diyelim.

Yatırım cazibesi için ne yapılması gerekiyor?

Bu “değişmez ve banko” bir sınav sorusu. Kredi Notu yükselişi “iyi”, CDS’ler “güzel” düşüyor, düşüş sürüyor. Gri Liste’den çıkıldı, artık “kara para aklayıcısı” listesinde değil.

Ama bu 3 öğe dış yatırımlara cazibe yaratmak için yeterli değil.

Yabancı yatırımcı “süreklilik” arıyor, bunu gelin bir “500 gün” üstünden okuyun.

Yetmedi, “istikrar” arıyor. Bir kararın bir başka bir kararla çelişmemesi arzulanıyor. “Salma vergiler”, “takdiri kararlar” istenmiyor.

Oysa bu kıvam halen yok...

Bir de işin demokrasi yanı var, her işte olduğu gibi... Eleştiri dozunu yüksek tutan Amerika’nın Sesi ve Deutsche Welle’nin Türkiye’de yayın yapması donduruldu. Bu yabancı yatırımcıda ister istemez “soru işareti” uyandırıyor.

Bu durumda dış yatırım cazibesinde bir tek “konjonktür gereği” girişler olur.

O da şimdilik Azebeycan’lı SOCAR ve Çin’li BYD ile sınırlı kaldı, adı üstünde konjonktür . Ondan bu kadarı beklenir...

Bir genelleme için başlıkları toplayayım:

1-Enflasyon kabul edilebilir olana dek düşmeli. Bu % 10’dur, alınacak yol çok.

2-Rekabet gücü artmalı.... Ki, ihracatçı umudu TL’sinin değerinin düşmesinde aramasın.

3-”Yanlışlar nerede yapıldı?” konusunda yüzleşmemiz gerek. Oysa böyle bir niyet ufuk hattında yok.

Nobel Ödüllü Prof. Simon Kuznets’in bir benzetmesiyle nokta koyayım:

-4 çeşit ekonomi grubu vardır: Gelişmişler, Az Gelişmişler, Japonya ve Arjantin...

Ben 5. Ekonomi Grubu olarak “Türkiye” yi öneriyorum, ne dersiniz?

Editör: HABER MERKEZİ