SOĞUK GECELER

Havaların soğumasıyla birlikte odam soğumuştu iyice. Geceleri yatağımda bile ısınamıyor, üşüyorum. Bunda bedenimin zayıf olmasının da etkisi var elbette. 168 cm boya karşın, 58 kilo geliyorum. Soğuktan çabucak etkilenip sık sık hastalanıyor, derslere bile hasta hasta giriyorum.

Devamsızlık sorununu büyük oranda çözmüştüm. Birinci sınıflar, birkaç tanesi dışında verdiğim cümleleri ezbere yazıp okumaya başlamışlardı bile. İkinci sınıfta da okuma yazmayı öğrenmeden sınıf atlamış çocuklar var. Hem onlarla hem de geç gelenlerle ayrıca ilgilenmek beni oldukça yoruyor. Öğrencileri seviye gruplarına ayırıyorum. Benim için zor da olsa başka çözüm yolu yok. O nedenle, var gücümle çalışıyorum.

Bir de evde ısınabilsem, rahat rahat çalışacağım ama nerde o rahatlık? Yakacağım odunumun sınırlı olması beni tasarrufa zorluyor. Okuyup yazmak için biraz oturunca, üşüyorum. Yeterince de beslenemiyorum açıkçası. Bünyem dayanıksız. Biraz da bu nedenle çok çabuk hastalanıyorum. Sabahları peynir, zeytin, yumurta ya da çorba… Öğleyin yok. Akşamları da yine çorba, ya da yağda pişmiş yumurta...

7 Aralık 1961 tarihli günlüğüme şunları yazmışım.

7 Aralık, günlerden Perşembe.

Günler olabildiğince kısaldı. Eskilerin; “sabah olmadan akşam oluyor” dediklerinden. Az önce, kar aydınlığında odama 50 metre kadar uzaklıktaki çeşmeden bir kova su aldım geldim. Kış, beyaz bir kâbus gibi çökmüş köyün üzerine. Müthiş bir tipi var. Yerden alıp göğe, gökten alıp yere savruluyor karlar. Ayaz bir ustura gibi dokunduğu yeri kesiyor. Soğuk insanın damarlarındaki kanı donduracak derecede şiddetli. Odamın da dışarıdan farkı yok. Sadece esintisi eksik… Allah dostları korusun böyle evden. Şu anda herkes, sıcak evinde, sıcak sobası başında… Kim bilir,  benim gibi sıcak bir evde sıcak bir çorbaya hasret çeken kaç biçare insan var. Yemek vaktinin çoktan gelip geçmesine rağmen ne yemek yedim, ne de yemek yemek aklımdan geçti. Hiç de canım istemiyor. Canım istese bile ne yiyeceğim ki. Allah daha beterinden saklasın. Daha yetecek sekiz on günlük yufka ekmeğim var.

Yine evimin içinde yapayalnızım. Soğuk da kemiklerime kadar işlemiş vaziyette (durumda). Akşamları biraz odun atıyorum ama boruları bile ısıtmadan soba kararıp geçiyor. Koskoca ev. Isınacağı yok ki. Biraz odunumuz var ama henüz kışın başındayız. Daha nice çetin günlerin geleceğini hesaba katarak, oldukça idareli kullanmaya çalışıyorum.

Dışarıda fırtınanın uğursuz ıslığı ötmekte devam ediyor. Pencerenin camları fasılasız sarsılmakta… Kırılacak diye ödüm kopuyor. Zaten dört camdan, birinin köşesi kırık… Hamur tutkalıyla gazete parçası yapıştırmışım. Fırtına da inadına içeriye gireceğim diye zorluyor camlara. Bunun için de rahat bir nefes aldığımız yok. Herhalde bütün günlerimiz böyle korkulu bir rüya gibi geçecek.

Vücudumda, koca oda üzerime çökmüş gibi bir ağırlık var. Nemli, soğuk evin pis havası, iyice sarstı beni bu sıralar. Bundan dolayı da üzerimde her gün bir ağırlık ve yorgunluk var. Yarı hasta bir vaziyetteyim.

Nefesim ağzımdan bir sigara dumanı gibi çıkıyor. Bazı arada uzun bıyıklı ve uzun kuyruklu dostlarımın (!) ayak pıtırtılarını duyuyorum. Hiç pervasız gezip tozuyorlar odanın içerisinde. Bazen ekmeğimi yokladıkları da oluyor. Bu defa ben evde yokken kolay görülemeyecek yerlere kuyu kazmışlar.

Dışarıdaki tipi dinmedi,  sürüyor hala. Yine ortalığı allak pullak ediyor. Henüz yatmadım. Yedi mumluk lambamın yetersiz ışığı altında günlük planı bitirmiş bunları karalıyorum. Bazen de sigaramdan derin derin nefes çekerek geçmiş hatıralara dalıyorum. (...) Sigaraya yeni alıştım. Bu yıla kadar ağzıma sigara almamıştım. Ama insan zamanla her şeye alışıyor. Zararını da bildiğim halde yine de içiyorum. Dert ortağı olduğunu söyleyenler var. Bir şiir kitabında şairin biri sigara için şöyle demiş:

Sırdaştır/ Yoldaştır/ Kalleştir/ Kalleş.

Ne güzel tarif etmiş ama. Beni sigaraya alıştıran, gurbette kimsesizliğin ve yalnızlığın dayanılmaz acısı. O acı ki insanın yüreğine bir karabulut gibi çöreklenip kalırsa, onu yerinden söküp atmak hiç de kolay olmasa gerek.

(SÜRECEK)