Birisi bir şaka yaptı desem, şaka yapılacak kadar kimseyle senli benli değilim. Hem böyle saçma bir şakayı kim yapar ki bana. Daha 24 günlük öğretmenim köyde. Hem ne bileceklerdi benim ayakkabılarımı derken...

İki genç sıyrılıp çıkıyor oradakilerin içinden.

“Hocam kusura bakmayın” diyor birisi.

Ayakkabılar elinde.

“Biz bu ayakkabıları Yusuf’un biliyorduk. Şaka olsun diye almıştık. Arattırıp kendimizce eğlenecektik biraz. Çünkü o da bize az şaka yapmıyor.”

Öyle rahatlıyorum ki birden. Kızamıyorum gençlere. Gülümseyerek, önüme konan ayakkabıları takıyorum ayaklarıma.

“Bunlar gerçekten de Yusuf’un ayakkabıları” diyorum. “Ama şimdilik emaneten bende…”

Çünkü Yusuf, ayakkabılarımı tamir için köydeki ayakkabı tamircisine bıraktığı için, Yusuf'un yedek ayakkabıları emaneten bendeydi.

Yusuf da gülüyor.

“Baltayı taşa vurdunuz aslanım,” diyor. “Siz benimle başa çıkamazsınız. Bir şaka yapmaya kalkıştınız. Onu da ağzınıza burnunuza bulaştırdınız.”

“Ne desen haklısın,” diyorlar.

Benden  de  yeniden  özür  diliyorlar.

“Önemli değil,” diyorum.

Bu genç Haydar Şenol’du.

KUYRUKLUDAĞ’IN ODUNU

25 Kasım 1961, Cumartesi,

Babamı, sabah yolcu ediyoruz.

Muhtar, ben köye gelmeden önce köyün korusundan köyün imamıyla, Fikri öğretmene odun verdikleri halde, nedense bana vermek istemiyor. Yusuf ve diğer üyeler muhtarı adaletli davranması yönünde uyarıyorlar. O da bunun üzerine, istemediği halde bana da odun vermek zorunda kalıyor. Bunu sonradan Yusuf’tan duyuyorum. Yusuf’un tembihlediği Haydar, Çelebi ve Dursun o sabah ikişer hayvanla benim için köyün dağına oduna gidiyorlar. Öğle sonu da altı eşek yükü odunla dönüyorlar. Kışı, bu odunla çıkaracağım. Parasıyla da olsa, başka odun bulmam olanaksız köyde. Çünkü yok. Köylü, kendi pratik zekâsının buluşu olan “Kuyrukludağ’ın Odunu”yla ısınıyor bütün kış boyu. Nedir bu kuyrukludağ’ın odunu” derseniz, onu da anlatalım:

Köylü, kışın büyükbaş hayvanlarını doyurmak için ahırdaki oluklarına günde üç öğün saman doldurur. Hayvanlar samanı yerken iri parçalarını yemez, ayırır. Ona “kes” adı verilir. Kes oluktan alınarak bir kıyıda biriktirilir; kış mevsiminde ısınmak ve yemek yapmak için sobalarda, yufka ekmek yapmak için de tandırlarda yakılır. Ayrıca bu kes, hayvan dışkısıyla karıştırılıp kurutularak tezek durumuna getirilir. Buna “kuyrukludağın odunu“ denilir köyde. Nasıl elde edilip, nasıl yapıldığını da anlatayım:

Bahara doğru havalar ılıyıp, yazıda yabanda kırlar bayırlar yeşermeye, ağaçlara su yürümeye başlayınca küçük ve büyükbaş hayvanlar da yaylıma çıkarılır çobanlar tarafından. Çobanlar evlerdeki büyükbaş hayvanları otlatmaya götürmek için köye egemen yüksek bir dam üstünden “hooo, hooo!” diye seslenir.

Evlerden çıkarılıp sığıra katılacak hayvanların toplanma yerlerine getirilir. buralara  eğrek yerleri denir. Köy kadınları, kızları ellerinde teneke, leğen, eski sele gibi kaplarla hayvanlarının peşleri sıra eğrek (toplanma) yerine kadar gelirler. Hayvanların dışkılarını yarışa kapışır; avuç avuç alıp ellerindeki kaplara doldururlar. Hatta sığır, eğrek yerinden ayrılıp yaylım yoluna düştüğünde bile, kaplarını dolduramamış olanlar varsa, sığırı köyün dışına kadar izlerler. Hayvan kuyruğunu kaldırıp dışkılayacağı zaman, dışkıyı kapmak için seğirtirler. Tek bir hayvan dışkısının yerde kalıp ziyan olmasına gönülleri razı olmaz. Yarışa kapışırlar. Sığır yolu okulun üst başından geçtiği için, bu her sabah gözümüze takılan bir manzaraydı. Hatta bir kezinde, iki yeni yetme kızın, bir hayvan dışkısına aynı anda seğirtip, “sen alacaksın, ben alacağım” diyerek saç saça baş başa kavga ettiklerine de tanık olmuşumdur.

Kavgaları, salt birbirlerinin saçını başını yolmakla kalsa ya, kalmamıştır. Öfkelerini alamayan kızlar hayvan dışkısını birbirlerinin saçına, başına, yüzüne de sürmüşlerdir. Bu kızları birbiriyle kavga ettirecek kadar değerli olan bu hayvan dışkıları, evlere getirilir getirilmez avluda kesle karıştırılarak iki el büyüklüğünde tezek oluşturulur. Sonra bunlar, avluların kıyılarına, duvarlarına yapıştırılarak kurumaya bırakılır. Güneşte kuruyanlar kaldırılır, yerlerine yenileri dökülür. Bu iş ilkbahardan songüze kadar sürdürülen kışlık yakacak hazırlığıdır. Çoğu köylü kış boyunca işte bu “kuyrukladağ’ın odununu” yakarak ısınır.

(SÜRECEK)