Henüz yüz yüze görüşmediğim, ama gıyaben tanıdığım, eğitimci, hukukçu bir yazar dosttan Zeynal Gül’den gelen bir kitap, araştırmacı yazar dostumuz İbrahim Gösterir tarafından iletildi bana.
178 sayfalık bu kitabının adı, “Hücre Fareleri”dir
Kitabı okudukça, 12 Mart müdahalesiyle 12 Eylül askeri darbesi dönemlerini yeni baştan anımsadım ve yitirdiğimiz genç fidanlar adına büyük hüzün yaşadım.
Hücre Fareleri kitabında anlatılan; 12 Eylül döneminde tutuklanıp içeri alınan devrimci gençliğe uygulanan işkenceler insanın kanını donduracak düzeyde. “İnsan olan insana bunu nasıl yapar?” diye soruyorsunuz kendi kendinize.
İşte bir işkence sonrası:
“Ayılıyorum. Bir metre karelik yeri doldurmuş dağılan bedenim. Biri gelip çözmüş zincirleri. Gözümün biri kapanmış. Kör mü olacağım ne?
Akortsuz su sesi, lağım kokusu ile yarışıyor.
Ne kadar zamandır buradayım bilemiyorum…” Sayfa: 9.
Zeynal Gül, zaman zaman cezaevindeki yazgıdaşlarını da anlatır bu kitabında. Bunlardan birisi de Hamdi’dir.
“Hamdi Amasya’da öğretmendi. O da benim gibi devrimci öğretmenlerin örgütlendiği yerlerden geliyordu. Kürkçü dükkanında iki tilki gibiydik. Kapana kısılmıştık.
Ben terlerken Hamdi üşüyordu hücrede. Boyumuz boydaş, yaşımız yaştaştı ama ellili yaşlarda geziniyordu sureti. Avurtları içine geçmiş, omuzları çökmüştü. Kim bilir ne kahırlar yüklenmişti bu güne dek. Gocuğu, hırkayı çıkardım üzerimden. Gocuk emanetti, hırkayı Hamdi’ye uzattım. Giydi, üşümesi geçti biraz sonra. Duymam gereken en önemli şeyi duydum ondan.
-“Midemden yeni ameliyat oldum.” Sayfa:12.
Zeynal Gül, salt cezaevinde yaşadıklarını, tanık olduklarını, düşlerini, düşlemlerini anlatmıyor. Onların yanı sıra ülke sorunlarını, dünya sorunlarını irdeliyor, onları da yazıyor.
Bir yazısı şöyle:
“…Cumhuriyet, Köy Enstitüleriyle sürdürdü bu aydınlanmayı.
Huzuru kaçtı kötülüğün, karanlığın.
Batıl inançlarımızda bile uğurlu sayılan 12 sayısı, uğursuz geldi Eylül’le.
Devlet denilen en örgütlü güç, kılavuz diye halkın önüne şıhlar, şeyhler, meleler koyuyor.
Örgütlü kötülük, gemi azıya almış gidiyor.
Hititlerde, öldüklerinde tanrı olurlardı sevdikleri krallar. Günümüzde yaşarken kutsallaştırıyoruz onlarca arsızı, hırsızı.
Bu kadar da olmaz mı diyorsunuz?
Hop içeri.” Sayfa: 18.
Çocukluk günlerinden öğrencilik ve öğretmenlik günlerine doğru düşsel bir yolculuğa çıkıyor kimi zaman. Ailesinin yüz elli yıl öncesinden günümüze doğru sosyo-ekonomik gelişimi, değişimi ve kentlere göçü tarihsel süreç içinde gözden geçiriyor.
İşkencecilerden birisini de şöyle anlatıyor:
(işkenceci) Vanlı Er Fetullah’ın Komutanıydı İskilipli Onbaşı. Atıf Hoca’nı torunu diyordu bazı arkadaşlar. Arada bir inerdi bodruma. Terör estirirdi. Bir iki devrimci arkadaşımızda hasar bırakır giderdi.
Kurtuluş Savaşı yıllarına dönmüştük yeniden. ABD mandacıları, İngiliz ajanları ağmıştı yine karabulut olup üzerimize.” Sayfa: 44.
Zeynal Gül’ün, 63-64. sayfalarda anlattığı kendisine yapılan bir işkence ise dayanılır gibi değil. İnsan okurken bile tüyleri diken diken oluyor.
Yazılarında, tarihi bir yolculukla Hititlere kadar uzanıyor. Onlardan da kimi aktarımlarla okuyucuyu bilgilendiriyor. Kültür, sanat, edebiyat birikimleriyle de okurun ufkunu açıyor.
12 Eylül Cuntacılarına da şöyle dokunduruyor:
“Öğretmen olduktan sonra, Atatürk ilkelerini, Atatürk’ü, İsmet Paşa’yı anlattık durduk öğrencilerimize.
Dinsiz olduk.
Solcu olduk
“Ardımızdan “Komünistler Moskova’ya!” diye bağırdılar.
12 Mart müdahalesi sonrasında sürgünler yaşadık.
12 Eylül darbesi sonrasında, yüz binlerce insan gözaltına alındı. Binlerce insan yargılandı. Hep şuna inandım; “Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner.”
Halk çocuklarından hesap soranlar için “Bizim çocuklar başardılar.” diyenler Amerikalılar değil miydi?
Bu utancı hep yaşayacak 12 Eylül paşaları.
Bizim de paşalarımız oldu, olacak.
Ölümsüz.”
(…)
Gazi Mustafa Kemal Paşa,
Kazım Karabekir Paşa,
İsmet Paşa,
Fevzi Çakmak Paşa…
(…)
Sendikaları, dernekleri, kooperatifleri, oy verdiğimiz partileri kapatacaksınız, yağma sofraları kuracaksınız, iş külfete gelince: “Öyle b.ktan işlere karışmaaam!” diyeceksiniz, öyle mi?
Bu da yetmeyecek; sizler dışarıda olacaksınız, bizler “İçeri”de. Öyle mi?” Sayfa: 149-151.
Zeynal Gül, ülkesini seven, onu daha aydınlık yarınlara ulaştırma bağlamında çalışan, araştıran, sorgulayan, okuyan, yazan bir güzel insan.
Onun, şimdiki yönetim anlayışı üzerine yazdıklarıyla yazıyı sonlamak istiyorum:
“Kurtuluş Savaşı kazanılmış Devletimiz dünyada onurlu yerini almış. Bu duruma gelene kadar halk nesi var, nesi yok vermiş. Yoksul düşmüş.
Ne yapmış yöneticiler?
Halkın şekere, beze, kağıda gereksinimleri var, fabrikalar kurulmuş. Halk şekere, beze, kağıda kavuşmuş. Halkın mutluluğu artmış.
Şimdiki yönetim anlayışı farklı… “Fabrika yapmak da neyin nesi? Dünyanın başka yerlerinde dünya kadar şeker fabrikası var. Gider oralardan alırım şekeri. Parası olan da alır, yer.”
(…)
Şimdi kıyameti yaşıyoruz.
Yöneticiler, fabrika yerine harıl harıl hapishane yapıyorlar. Bizler de içeride onları izliyoruz.
Deli Nazmi’ye soruyorum:
“Bizler neden buradayız?”
Gülüyor.
-Beterin beteri var, göreceksin. Elde avuçta olanları da satacaklar. Kendilerine saraylar kuracaklar.
Deli denilen adam bir bilge gibi konuşuyor…”Sayfa.154-155.
Zeynel Gül’ü, aynı zamanda tarihe tanıklık edecek bu güzel yapıtı nedeniyle içtenlikle kutluyor; tüm okurlara bu nitelikli kitabını edinip okumalarını salık veriyorum.
25 Kasım 2022