YİNE Mİ DARBE?
Zaten ülkemizde darbe, ya devrim ya da karşı-devrim olarak nitelenmiştir. Yani ileriye-geriye gidiş darbeye endekslenmiştir.
İşte bu nedenle, bu ülkede darbeci bir zihniyet asla yok olmamıştır. Oysaki darbelerin asıl amacı, emperyal gücün ve ülkedeki işbirlikçilerinin ekonomik ve sosyal politikalarını inşa etmektir. Bu da küresel sermayeye hizmet demektir.
Çünkü bizim gibi ülkelerde, emperyal küresel sermayenin koruyucusu NATO'ya rağmen bir darbe yapmak mümkün değildir.
***
Nitekim Türkiye 1945'ten sonra Batı Bloku içinde yer almış, çok partili sisteme geçmiş, Batının ekonomik ve siyasal sistemine entegre olmayı hedeflemişti.
Ancak 1950'li yıllarda "Liberal Ekonomik Sistem"in temelleri atılırken, burjuva devlet sisteminin güdümlü de olsa inşa ettiği üst yapı dönüşümleri yapılmamıştı.
Bu durum ise halk hareketlerini tahrik edecek, "soğuk savaş" döneminde sosyal patlamaların önünü açacaktı. Daha da önemlisi, kuzeyde bir komşu sosyalist ülke vardı.
Yani güdümlü bir açılım yapılması gerekiyordu. Batı bunu, kapitalizmin yıllarca süren inşası sürecinde görmüştü.
27 Mayıs 1960 müdahalesi ve 1961 anayasası ile özgürlüklerin önü bir ölçüde açıldı. Liberal ekonomi yerleşmeye, devlet yeni sisteme göre kendini koruyacak kurumları oluşturmaya başladı.
Yani devlet 1950'de başlatılan, Batının bir parçası olma sürecine girmişti.
Kapitalizm bu toplumda yeni yeni kendini gösterir, toplum kapitalizmle yeni yeni tanışır olmuştu. Emperyal sömürü yeni yeni görülür ve de yeni yeni hissedilir olmuştu.
İşte 68 kuşağı; 1950'den itibaren geliştirilen bu oluşuma itiraz etmişti.
68 kuşağının başlattığı "sosyal uyanış" sistemin tanıdığı sınırı aşmaya başlayınca, "12 Mart 1971 muhtırası" ile bir ölçüde imha edilmiş, kapitalist gelişmenin önü temizlenir olmuştu.
***
Ancak emperyal küresel sermayenin bir "Dünya Sistemi" olarak ortaya çıkışı, bizim gibi ülkelerde engellerin tümüyle temizlenmesini gerektirir kılmıştı.
İşte "12 Eylül 1980 darbesi" bu görevi yapmıştır. Asker ülkeyi kurtardığını sanmıştır. Oysaki 24 Ocak kararları ile ekonomik ve sosyal politikalar yeniden düzenlenmiştir.
Küresel güçlere itiraz eden "sosyal uyanış" bastırılmış, ülke etnik ve inanç kimlikleri üzerinden yarılmaya yönlendirilmiştir.
Yani bugün gelinen noktanın temelleri 12 Eylül'le atılır olmuştur.
"Post Modern Darbe" olarak adlandırılan 28 Şubat 1997 müdahalesi ile de kırdan kente göçle yükselen ve iktidara tırmanan İslamcı refleksin, Batı karşıtlığı kırılmıştır.
***
Elbette ülkemizde, askerin her müdahalesi Atatürkçülük adına yapılmıştır. Cumhuriyet ve Kemalizm yok ediliyor denilmiştir.
Oysaki her müdahalede Batıya daha da teslim olunmuş, Kemalizm'in temel dokusu olan "anti-emperyalizm" ve "Tam Bağımsızlık" giderek eritilmiştir.
Üstelik müdahale etmek için gerekli koşullar hazırlanırken ülke bir kan gölüne çevrilmiş; her müdahale sonu, ülke bir korku toplumuna dönüşmüştür.
Şimdi yapılacak darbe yine Atatürk adına yapılacaktır. Atatürkçülük ve Cumhuriyet elden gidiyor denilecektir.
***
Peki, bu kez darbenin amacı ne olacaktır denilirse...
Türkiye siyaseti, ABD'nin bölgedeki politikasına koşulsuz evet diyecek; bölgenin yeni haritası, Atatürkçülük adına kabul edilir olacaktır.
Çünkü toplum sindirilmiş, susturulmuş ve teslim alınmış olacaktır.
Elbette darbe sabahı sıkıyönetim bildirileri okunacak, ülke yine açık ve kapalı bir cezaevine dönecektir.
40 yaş altı olanlar ilk kez darbe döneminin cezaevleri ile tanışacak, küçük hesaplarla ülke içinde darbe isteyenler de bunun bedelini ödeyecektir.
Yargı, sıkıyönetim mahkemelerine havale edilecek; yasama, komuta konseyinin kararları olacaktır.
Ve de daha önemlisi:
Türkiye siyasetinin; varlığını kabul ederek kendi iradesiyle çözmesi gerekirken, çözemeyip eline yüzüne bulaştırdığı "Kürt Sorunu" çözülecektir. Ama bu çözüm Amerikan politikaları doğrultusunda olacaktır. Tıpkı Irak'taki gibi... Tıpkı Suriye'deki gibi...
***
Bütün olumsuzluklara karşın toplumdaki ve ordudaki milli refleks, herhalde buna izin vermeyecek, yeni bir Kenan Evren çıkmayacaktır diyebiliriz.
Çünkü bugün "Yine de şahlanıyor..." türküsüyle darbenin uyandırıcı sesi olan ve "Kendi sesimle kendimi uyandırmaktan bıktım" diyen Hasan Mutlucan yoktur..