Yurttaşın, özellikle emeğiyle geçinen yurttaşın yasal hakları budana budana yirmi bir yıl geçti.
Yirmi bir yıl önce doğan torunlarımız üniversiteyi bitirdi veya bitirmek üzere. O günlerde yirmili yaşlarda olan çocuklarımız gerileyen özgürlük alanlarıyla, her adım başı gelen kısıtlamalarla, kullanamadığı haklarla orta yaşa merdiven dayadı, başlarından yasak kalkmadı.
Yasaklar zinciri zembereğinden boşanan saat hızıyla koşuyor ve on ikileri öyle hızlı vuruyor ki inan ne olduğunu anlamadan yeni bir vuruşla irkiliyor. Sanırsınız ki dört bir yandan görülebilen bir tepede çınlayan çan sesi!
Yasak cennetinde yeşeren otoriterlik doruğa taşınıyor.
Kurulu nisbî demokratik düzenin bütün kurumları bir bir yok edilirken tehdit asıl düzen sağlayıcı, yaşama ortamını belirleyici, her bireyin uymakla mükellef olduğu zirveye taşındı: Anayasa.
Her yurttaş gibi her kurumun da uymak zorunda olduğu Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararları uygulamayacağını, bu kararları alan yargıçlar hakkında, yetkileri olmadığı halde suç duyurusunda bulunan Yargıtay dairesi üyeleri, ülkenin önde gelen hukukçuları tarafından yetki aşım ile suçlanıyor. Yargı kurumları arasında, seçilmiş vekil Can Atalay’ın hukuksuz tutukluluğu üzerinden, bir anlamsız tartışma başlatıldı.
Anayasa Madde 153: “Anayasa Mahkemesi kararları (…) yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.”
Madde çok açık, yorum gerektirmeyecek kadar net. Can Atalay hakkında verilen “yasal hakları ihlal edilmiştir, iade edilmelidir” kararı derhal uygulanmalıdır. Uygulanmamasını demokratik teamüllerle açıklamak mümkün değildir, bunun adı “hukuksuzluk”tur. Başka izahı yok!
Öyle anlaşılıyor ki bu tartışma durup dururken başlatılmamış! Hedefe anayasa konulmuş, şimdiye kadar sayılamayacak kadar çok maddesi değiştirilen anayasa ya işlevsiz kılınacak, ya da tamamen ortadan kaldırılacak.
Tek adam yönetiminin toplumu getirdiği nokta son derece sakıncalı! Etkisizleştirilen veya tamamen yok edilmesi düşünülen bir anayasa ile seksen beş milyon insanın geleceği dev bir kargaşa olacaktır.
Hakların nerede başlayıp nerede biteceği, hangi yasa çerçevesinde yargılama yapılacağı, toplum düzeninin hangi demokratik usullerle sağlanacağı belli olmayan bir süreç dayatılıyor. Öyle gözüküyor ki hukukun saygınlığını gidermek, bireyler üzerinde korku yaratarak tek adam yönetimine karşı sesini çıkarmasını önlemek, ortamı germek ve gerilen ortamda baskı ve şiddeti egemen kılmak hedefleniyor.
Yirmi bir yıllık süreçte iktidar tarafından ortaya atılan bir konu önce kitleler arasında tartışma yarattı, arkasından asıl mesele bir kararname ile hayata geçirildi. Anayasa konusu da tehlikeli bir tartışma içine sürüklendi. İktidarın yeni anayasa söylemine zemin hazırlamak üzere tartışma konusu yapıldığı görülüyor. Giderek otoriterleşen, ‘dediğim dedik’ anlayıştan şaşmayan iktidarın yapmayı düşündüğü yeni önerilerden daha demokratik bir yasalar bütünü ortaya çıkacağını beklemek safdillik olur.
Bu hukuk tanımaz tutuma doğaldır ki ilk tepki Barolar Birliğinden ve ana muhalefet başta olmak üzere muhalefetin hemen hemen tüm kanatlarından geldi. İktidar muhalefetin itirazlarına kulak asar mı, yoksa hukuksuzluğu daha da ileri götürür mü? Bunu yaklaşan yerel seçimler sürecinde, birkaç ay içinde göreceğiz.
İç ve dış siyasette tıkanan, ekonomide çıkmaza giren iktidar çareyi daha da despot eğilimlerde aramaktadır.
Öyle anlaşılıyor ki iktidar koltuğu bırakmamak için yeni ve daha etkili önlemler peşinde. Bu önlemlerin geniş kitlelerin çıkarlarıyla örtüşmeyeceği de açık. İnsanları çaresizliğe, bunalıma sürüklemenin bir anlamı yok. Geleceğinden kaygı duyan bireyler ordusunu genişletmenin kimseye yararı yok.
Muhalefetin derlenip toplanması, her gün gelişen yeni hak budama manevralarına karşı çıkması ve faşizme uzanan otoriter yaklaşımlar yerine demokratik uygulamalarda ısrarcı olması gerekiyor.
Umarız ki sağduyu öne çıkar, bu hukuksuzluk oradan kalkar. Toplumun daha fazla baskıya, gerginliğe dayanacak gücü kalmadı.