YENİ BİR ALEVİ AÇILIMI MI? – 1

Abone Ol

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 29 Ekim Kabine Toplantısı sonunda yaptığı açıklama ile konu yeniden gündeme düşer oldu.

Ve 58 ildeki 1585 cemevinin ziyaret edildiği, taleplere ilişkin olarak hazırlanan kapsamlı bir çalışmanın görüşüldüğü açıklandı.

Haliyle “yeni bir açılım mı?” sorusu da akla gelir oldu.

Zaten bu konu yıllarca Aleviler tarafından dillendirilmiş, düzenlenen “Alevi Kurultayları” ile de sorunun çözümü, çok açık bir ifadeyle kamuoyuna açıklanmış, devlet yöneticilerine iletilmişti.

Ayrıca çevremizdeki gelişmelere de bakarak, bölgenin özellikle mezhep savaşlarına hapsedildiği vurgulanmış, Alevi sorununun çözümünün toplumsal barış açısından ne kadar önemli olduğu belirtilmişti.

Özellikle de yeni ve sivil bir anayasanın konuşulduğu dönemlerde, sorunların çözümü ve anayasal bir güvenceye kavuşturulması da özellikle ifade edilmişti.

Çünkü Alevilerin büyük bir sadakat duyduğu Cumhuriyet’in hiçbir döneminde Alevi sorunu çözülmemiştir. İnanç temelindeki kimliği dışlanmış, ötekileştirilmiş bir toplum algısı yaratılmıştır.

Yani Cumhuriyetin kuruluşuna kanıyla, canıyla destek vermiş, Atatürk'ü ve Cumhuriyeti kendine güvence hissetmiş ve de büyük bir sadakatle bağlanmış bu kesim, inancını ve kültürünü dışlanmışlık duygusuyla yaşar olmuş ve de olmaktadır.

Daha da önemlisi, Osmanlı döneminde de Cumhuriyet döneminde de Alevilik, egemen inanç kesiminin kalıplarına ve kültürüne tabi edilmeye çalışılmıştır.

***

Oysaki Alevi kitle:

Sürekli olarak devletin demokratik, laik, eşitlikçi ve özgürlükçü sağlam bir yapıya kavuşturulmasını istemiş ve savunmuştur.

Biat toplumu olmayı asla kabul etmemiştir.

Yapılan “Alevi Kurultayları”nda; bu ülkenin asli unsuru olduğu, inancının bu toplumun bir mayası olduğu, bu mayanın Hacı Bektaşi Veli, Yunus Emre ile Anadolu topraklarına ekildiği ifade edilmiştir.

Sazıyla, sözüyle ve de deyişleriyle Anadolu’da bir halk kültürü yaratmıştır.

Ozanlarıyla Anadolu’ya aydınlanmanın, hümanizmin tohumlarını ekmiştir.

***

Yine de 2009 yılı içinde çok önemli bir adım atılmıştı.

“Alevi Açılımı” olarak sorun ele alınmış, çalıştaylar düzenlenmişti. Kuşkuyla bakılır olmuştu ama yine de doğru bir adımdı. Yani Cumhuriyet döneminde bile ötekileştirilmiş olan bu toplumun taleplerinin dile getirilmesi olumlu bir adımdı.

Nitekim AKP hükümeti bu çalıştaylar için şöyle bir giriş yapmıştı:

“Kabul etmek gerekir ki devlet, bugüne kadar Alevilerin talepleri konusunda, doğrudan bir iletişim kurmak ve belli başlı tarafları tatmin edebilecek bir açılım sunmada yeterli bir mesafe alamamıştır” demişti.

Ve de 7 oturumluk Alevi çalıştayı yapılmıştı. Bu toplantılarda Alevi kuruluşları, Alevi kanaat önderleri, siyasi temsilciler, sanatçılar, akademisyenler, ilahiyatçılar, sivil toplum kuruluşları, basın kuruluşları dinlenmişti. Sonuçta bir rapor hazırlanmıştı.

Ne yazık ki, hazırlanan bu rapor Alevi taleplerini karşılamaktan uzak oldu.

Çünkü devletin teolojik mühendisliği ve Alevilik algısı değişmemişti. Yılların, hatta yüzyılların birikimi olan bilinçaltı dolguları boşaltılmamıştı.

Yani Alevi sorunları ve çözümleri geleneksel devlet aklının okumalarıyla yazılır olmuştu.

Devlet ve iktidarın aklı, Alevi taleplerini anlamak için laiklik, demokrasi ve hukuk yerine “ulema”nın aklı ve fetvalarını referans almıştı.

Oysaki bu referanslarda, geçmişten bugüne süregelen teolojik tanımların mesajları, dışlayıcı ve ötekileştirici kalıpları vardı.

***

Yine de Alevi taleplerinin dinlenmiş olması, bu taleplerin şekillenmiş ve net ifadelere dönüşmüş olması olumlu idi.

Ama hazırlanmış bu raporun bile unutulur oluşu, Alevi kesimde endişe kaynağı olmuştur.

Özellikle laikliğin tahrip edilir, topluma bir cemaat kültürünün giydirilir oluşu, Alevi kesimi daha da endişelendirmiştir.

Ayrıca emperyalizmin, bölgemizi İslami inanç gruplarına dayalı bir bölünme ve bir kamplaşmaya götürüşü, ülkemiz için de bir endişe kaynağı olmuştur.

Ve de unutulmamalıdır ki, bu ülkede inanç grupları provoke edilmiş, çok kanlı ve acı olaylar yaşanmıştır.

İşte tüm bu nedenlerle Alevi sorunlarını çözerek Alevi'siyle de barışık bir ortam oluşturan siyaset, Türkiye'nin toplumsal yapısını daha da güçlendirmiş olacaktır.

Herhalde böyle bir barışık ortamın, bölgedeki gelişmeler nedeniyle de bir ihtiyaç olması gerekir.

Ama asıl sorun, bilinçaltında biriktirilmiş olan tortuların temizlenmesidir.