YARIN 9 EYLÜL

Abone Ol

Sabah saat 7.00'de Ankara'dan çıkıp, Güneş'e baka baka Çorum'a gidiyoruz.

Bir yakınımızın acısını paylaşacağız.

Akşama da yine Güneş' e baka baka geri döneceğiz.

Gün boyu gözlerimizde konuk edeceğiz Güneş'i.

Arabada eşim, kızım, torunum, oğlum.

Arabayı oğlum kullanıyor.

Dönerken Alacahöyük'ten geçecek yolumuz.

Torunum Deniz, on yaşında. İstedik ki, bizimle gelsin de anılarında bir iz kalsın, ileriki yıllarda anımsasın oraları.

Alacahöyük, bin yıllar önce buralarda yaşayan Hititlerin inanç merkezi. O zamanki adı Güneş kent Arinna.

Mısır zindanlarında unutulan Yusuf'u, Züleyha'sını anlatır dururuz da  Arinna hiç aklımıza gelmez. Bugün bu saate kadar gözlerimizde taşıdığımız güneşi, 5000 yıl gerilerde, yedi kat yerin altında unuttuğumuz Güneş kent Arinna'ya görüşmeci olarak götürüyoruz.

Oradan da Ankara yoluna çıkacağız.

Köyde tavuk, kaz sesleri, inek, dana sesleri gülümsetiyor yanımdakileri. Benim kulağım Arinnalı sanatçıda. Lir çalıyor.

Aynı yerdeyiz ama ayrı yerlerdeyiz. Ben, Arinna'dayım, yanımdakiler Alacahöyük köyünde.

Alacahöyük'ten çıktığımızda bir urgan boyu yolu kalmıştı Güneş'in. Alacahöyük-Ankara yolu arası beş kilometre ya var ya yok. Yol, Hitit yürüyüş yolu.  Kilit taşı döşenmiş. Tenha, rahat bir yol. Yolcusu yok.

Ay'a yolculuk hazırlıkları başlayalı gözden düşmüş buralar. Kuş uçmaz, kervan geçmez yerler olmuş.

Halk, başka yollarda yürümek istiyor. Yirmi yıldır geceleri uyku tünek yok. Yatağına uzananın gözü Ay'da. Ay'a yol yapılıyor. Halk, yattığı yerden yol yapım çalışmalarını izliyor(!)

Hitit yolu da yol mu?

Hem, Hititlerden bize ne?

Hitit Yolu'nun sonunda annemin köyü Küçük Keşlik solda, Narlık köyü sağda.

Küçük Keşlik sapağında, sağda akar bir çeşme var. Suyunu yaz, kış esirgemiyor, akıyor. Belki de Hititlerden bize kalan en değerli armağan bu. O gün Hitit köylüsü içiyordu bu suyu, bugün biz.

Arabadan inerken uyarıyorum yol arkadaşlarımı:

-Herkes insin arabadan. Bu çeşmenin suyu özel.

İniyoruz.

Yönü Küçük Keşlik'e dönük bir araba duruyor köy sapağında.

Arabanın yanındaki genci tanıyorum. Hakkı'nın oğlu. Ankara'da öğretmen. Alnında Cumhuriyet ışığı.

Biri daha iniyor arabadan.

Bu da Hakkı.

Sanki, üç bin yıldır buralarda yaşayan Hititli bir köylü.

Sarılıyoruz birbirimize. Kucağında Arinna sıcaklığı.

Hakkı, Fadik teyzemin oğlu. Çocukluk arkadaşım.

Onlar da Alaca'dan dönüyorlarmış.

Çocukluğum buralarda geçti. Köy, daha yukarılardaydı o zamanlar. Heyelan bölgesinde olduğu için aşağıya indi. Köyden aşağıya, Hitit yoluna inerken bağlardan, bahçelerden geçerdik. Beş, altı, yedi yaşlarında çocuklardık; Cafer, Hakkı, Satılmış, Paşa, Duran...

Yol boyu üzüm, elma, armut, ceviz... Sonra bostanlar.

Ateş yakar, mısır közlerdik.

Sağırkaya'ya kadar giderdik. Sağırkaya'dan ötesi Alacahöyük arazisi. Oyun oynardık oralarda. Kucaklardık Sağırkaya'yı. Kulağımızı yapıştırır, ses dinlerdik. Üzerine tırmanırdık, arkasına, yanına, önüne saklanırdık...

Yıllar sonra yanından geçerken, o kadar da büyük bir kaya olmadığını görmüştüm.

Bu gelişimde, Sağırkaya'yı göremedim.

Hakkı'ya soruyorum:

-Sağırkaya nerede Hakkı?

Gülüyor.

-Yolu yükselttiler. Sağırkaya, hem yolun aşağısında kaldı hem de toprak altında.

Emekli öğretmen eşimin gözlerine bakıyorum.

-Üzülme, Hasan Keyf'i sular altında bırakanlar Sağırkaya'yı mı düşünür?

Susuyoruz. .

Dinamitle parçalamadıkları için de seviniyorum. Bu zamanda yerin altı daha güvenlidir onun için. Zamanı geldiğinde ilgilisi arar bulur onu. O, beş bin yıldır burada bekleyen, belki de unutulmuş bir Hititli asker.

Hakkı ile vedalaşıp Ankara yoluna çıkıyoruz.

İki saat sonra Ankara'dayız.

Güneş, mesaisini tamamlamak üzere.

Atatürk, bu saatlerde gidermiş, Atatürk Orman Çiftliği'ne. Güneş'in batışını izlermiş.

Hem yolculuk yapacağız hem de Güneş' in batışını izleyeceğiz.

Sevincim kursağımda kalıyor.

Biri eline almış fırçayı, orasından burasından karalıyor ufku.

Maviyi arıyorum, yok!

Yeşili arıyorum, yok!

Beyaz yok,

Sarı yok,

Mor yok,

Turuncu yok!

Ufuk, kızıl ve kara.

İki renk savaşıyor.

Gitgide çoğalıyor kara.

Kızıl, direniyor.

Yarın 9 Eylül. Yunan ordusunun İzmir'de denize döküldüğü gün. Bugün en kızıştığı saatleri Kurtuluş Savaşı'nın. Düşmanın bozguna uğratıldığı gün.

Yunan askeri kaçıyor, Mehmetçik kovalıyor.

Ege' de, savaş meydanlarında iki renk savaşıyor. Kızıl ve kara.

Bu saatler, bu dakikalar unutulmaz anları Tarih'in.

Roman yazarlarının not ettiği anlar.

Böyle anlardan çıktı Stendhal'ın Kızıl ve Kara romanı. Lev Tolstoy' un Savaş ve Barış romanı.

Bu saatleri anlattı bizim romancılarımız "Ateşten Gömlek" romanında, "Yaban" romanında...

Ufukta karalanan yerler, yerlerini daha koyu, daha karanlık renklere bırakıyor. Kızıl alanlar, kızıl çizgilere dönüşüyor.

Kırıkkale'de ufuk, tek renkle karşılıyor aracımızı.

Yarın 9 Eylül.

Ufukta havai fişekler patlayacak.