İki gündür, Halk TV’nin başına gelen, oysa gelmemesi gereken şaşırtıcı olaylar zincirini aktarmadan önce, buna benzer konularda geçmişte yaşadığım olaylardan örnekler sundum.
İbret verici olduklarına inanıyorum.
Hani insanın “Nerden nereye?” diyesi geliyor.
Oysa dememek gerek ve demokrasi açısından, hukuk açısından özgürlükler ve ekonomik düzeyimizin yükselmesi açısından daha çok şeyler hak ettiğimizi hatırlatmak gerek.
Ankara Gazi İletişim Fakültesinde 2002’den sonra tam yedi yıl özel dersler verdim.
Haber ajansları ve Dergi Gazeteciliği konularında…
Son 15 yıldır da Uğur Mumcu Araştırma Gazetecilik (UMAG) Vakfında çok az sayıdaki öğrencilere, özel ders veriyorum.
Kısa bir dönem…
Adeta “Lisans Üstü” gibi.
Kursta, değişik üniversitelerden mezun ancak gazetecilik yapmayı heves ve arzu edenlere, gazetecilik ve uygulamada özellikle de Hürriyet çatısı altında çalıştığım 30 yıla yakın sürede yaşadığım olayları, haberciliği, etik dışı haberlerin eleştirisini ve deneyimlerimi örnekleriyle aktarmaya çalışıyorum.
İyi ki Fatih Portakal adlı arkadaş kursiyerim olmamış.
Sözün başında ona gazeteciliği hiç tavsiye etmezdim.
Sözcü TV’de göreve başladıktan sonra, hakkında iki defa eleştiri yazısı yazdığım Fatih beyin gerçek bir gazeteci olamadığını, bundan sonra da olamayacağını anlatmaya çalıştım geçmişte.
Bu fikrimi destekleyen bir çok olayı defalarca yaşayan sayın Portakal’ın “habercilik” konusundaki durumu, üst yöneticilerce neden değerlendirilmez, Sözcü TV patronunun neden dikkatini çekmez anlamış değilim.
Portakal ile ilgili son gelişmeler ise üç gün önce Halk TV’de gerçek gazetecilik örneklerinin sunulması ile patlak verdi.
Halk TV’de “gerçek gazetecilik” yapan gazeteci arkadaşlarımızın gözaltı ve tutuklama haberlerinden sonra, Sözcü TV ekranından ne dedi sayın Portakal?
“Ama onlar da adının haberlerde geçmesini istemeyen birinin adını vererek habercilik etiğine aykırı davrandılar.”
Devamında da:
“Yani SUÇ İŞLEDİLER!” demez mi?
Der arkadaş…
Gerçek gazetecilik (!) örneğini vermeye çalışmış.
Hatta duruşma hakimi kürsüsündeymiş gibi nerdeyse suçlanan gazeteci dostumuz hakkında “hükmü” vermiş bile…
Oysa Barış Pehlivan’ın yaptığı, fakültelerde anlatılanların aynısı ve yaşanan da tam da gerçek gazetecilik olayı…
Suçlanan bir bilirkişi var ortada…
Bu kişi İstanbul Belediye Başkanı tarafından suçlanıyor ve töhmet altında bırakılıyor…
Hazırlanan raporu eleştiriyor İmamoğlu.
İddia bu…
Henüz ispatlanmış değil.
Ben de olsam, töhmet altında kalan her kimse, suçlanan hangi kişiyse, ona savunma hakkı anlamına gelen sorular sorar, gerçeğin ortaya çıkmasına katkı sağlardım.
Gerçek gazetecilik tam da burada başlıyor.
Habere konu kişiye, yani bilirkişiye savunma hakkı tanınmış.
Bilirkişi, konuşur veya konuşmaz.
Gazeteci suçlanan bir kişiye “Havalar nasıl arkadaş?” sorusunu mu soracaktı.?
“İmamoğlu sizi suçladı haberiniz varsa, buna karşı ne diyorsunuz?”
Bilirkişi savunma hakkını kullanmamış.
Belki de kendisine “tuzak kuruluyor” sanmış olabilir.
Konuşmaz da veya konuşmaktan çekinebilir de..
Gazeteci bu telefon haberleşmesi sırasında bilirkişi hakkında söylenenlerin tersini yazmışsa ve bu kanıtlanmışsa gazeteci bu durumda zaten suçlu duruma düşer.
Oysa tam tersi…
Yapılması gereken kanıtlanmış…
Bu yaşanan ve sonunda kanalın genel Yayın Yönetmeninin cezaevine konulmasıyla “Bu iş bitti, işte her şey ortada” deyip gizliden gizliye sevindikleri tahmin edilen “yalaka”, “saray soytarısı” ve “mutant gazeteciler” takımı için konu kapanmış görünse de, bana göre sayfa daha yeni açıldı…
Hem de ilki yaşandı böylesine bir olayın…
Bu sorun, bu gelişmeler ve gerçek gazeteci olan Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş’ın başına gelenler İletişim Fakültelerinde okutulacak ders boyutundadır bence.
Sonuçlarını görünce bana hak vereceksiniz.
“Fatih ne olur?” diye sorarsanız, bunu bana değil, Sözcü TV üst yönetimine sorun...
(son)