Ülke tarihindeki dört kırılma noktası...

Abone Ol

(10 Kasım’da yayımlanan; “En Büyük Kırılma Noktası” adlı yazımda, kullandığım; “KIRILMA NOKTASI” betimlemesi, ilgi görmüş.

“Tek kırılma noktamız Atatürk’ün ölümü mü? Başka kırılma noktalarımız yok mu?” diye sormuş pek çok okurum.)

Anılan yazımda, kırılma noktalarımızın içinde en büyük olan kırılma noktamızı anlattım.

Yoksa elbette başka kırılma noktalarımız da var.

Ben tarih boyunca, “dört büyük kırılma noktamızın” olduğunu düşünür; KIRILMA NOKTALARIMIZIN İLKİNİN ARAPLARLA YOLLARIMIZIN KESİŞTİĞİ GÜN olduğunu savlarım.

* * *

Uçak yapıp, ihraç eden bir ülke iken; sömürgeci güçlerin ağzına bakan, iki yakası bir araya gelmeyen bir ülke haline geldik.

Hemen hemen her konuda, gelişmiş ülkelerin ardında nal topluyoruz.

Çünkü Atatürk’ün ölümüyle birlikte; ne yaptığını, niye yaptığını bilmeyen yöneticiler tarafından yönetiliyoruz.

Şu bir gerçektir ki; her şer, Atatürk’ün ölümüyle birlikte başlamıştır.

… …

Ardıllarının hiçbiri onun yerini doldurmadı, dolduramıyor.

O, Türk Ulusunun en büyük şansıydı.

Arkası gelmedi.

EN BÜYÜK İKİNCİ KIRILMA NOKTAMIZDA; ULU ÖNDER’İMİZİN ARAMIZDAN ERKEN AYRILMASI OLDU.

Ulu Önder’imiz, çok değil bir beş yıl daha yaşasaydı; bugün yaşadığımız pek çok sorunu yaşamaz, hepsi birbirinde beceriksiz ve tutarsız sözde siyasilere ve sözde yöneticilere mahkûm olmazdık.

* * *

Ulu Önderimizin ölümüyle birlikte, en büyük sömürgeci ülke olan Amerika’nın güdümüne girdik, Amerika’nın uydusu olduk.

Amerika istedi diye, kitlesel eğitim düzeyine erişemeden 1946 yılında “Çok partili sisteme geçirildik.

Bir İslam Toplumu için çok erken sayılabilecek süreçteki bu zamansız ve hazırlıksız geçiş; ülkenin henüz oturmamış tüm sistemlerini altüst etti; bu durum ÜÇÜNCÜ BÜYÜK KIRILMA NOKTAMIZ oldu.

Şu an çekilen tüm sıkıntıların, tüm açmazların temelinde bu kırılma noktası yatar.

Ülke “seçme yoksunu” seçmene mahkûm edildi.

* * *

“DÖRDÜNCÜ ve BİR BAŞKA BÜYÜK KIRILMA NOKTASI” da Köy Enstitülerinin kapatılması oldu.

Yansız yabancı gözlemciler; “Türkiye’nin, Köy Enstitülerini kapatmakla, kendi elleriyle, kendi şah damarını kestiğini…” söylerler.

Bu çevrelere göre, Köy Enstitüleri kapatılmasaydı; ülke her alanda, çok büyük aşama kaydedip, ülkenin dört bir yanıyla aynı anda ve aynı oranda kalkınacak; dolayısıyla Kürt sorunu kendiliğinden çözülmüş olacağından, terör sorunu da yaşanmayacaktı.

Yokluk içinde savaşarak, yokluk içinde kurulan bu ülke, çok büyük yokluk ve yoksulluk içindeydi.

Elde yoktu, avuçta yoktu.

Ama doyurulması, eğitilmesi, kalkındırılması gereken yüz binlerce insan vardı.

600 yıllık Osmanlı Devleti’nin ümmetleştirdiği ve suskunlaştırdığı bu halkın, en ücra köşelerdeki çocuklarını bünyesine ve himayesine alıp, onları eğitecek, eğitirken de onlara üretmeyi öğretecek bir kurum gerekliydi.

O kurum, Köy Enstitüleriydi.

Yaşar Kemal, “Köy Enstitüleri, 20. Yüzyılda Türklerin yarattığı ve insanlığa armağan ettiği en büyük buluş, en akılcı organizasyon idi” der.

Doğrudur.

Köy Enstitülerinin kapatılması, bugünkü cahil zümrenin zeminini hazırladı.

* * *

Bugün içinde bulunduğumuz tüm açmazların nedeni ve tetikleyicileri işte bu dört kırılma noktasıdır.

Onu bilir, onu söylerim.