TOPLU İĞNE Mİ, TOPLU İNANÇ MI?

Abone Ol

Geçenlerde Sayın Cumhurbaşkanı çıktı ve dedi ki: “Yirmi beş yıl önce toplu iğne bile üretemiyorduk.”

Söz biter bitmez salondan bir uğultu yükseldi. Ardından alkışlar… Öyle böyle değil; yer gök inledi. Sanırsınız toplu iğne değil de, toplu iman üretilmişti.

Kimse sormuyor: “Efendim, 1951’de İstanbul Topkapı’da Atlı Zincir İğne Fabrikası vardı, hatta “Made in Turkey” damgasıyla iğne ihraç bile ediyorduk.” demedi kimse… Çünkü memlekette artık iğneden değil, iğne batmasın diye susturulanlardan korkulur oldu.

Oysa Cumhuriyet mağarada doğmadı; fabrikada doğdu. Uçak, şeker, dokuma, demir-çelik, kâğıt… Yokluk içinde kurulan o sanayi mucizesi, hem emeğin, hem onurun eseriydi. Ama biz o fabrikaların ışığını söndürdük, yerini politik yalanlarla doldurduk. Işık arttıkça gölge büyüyor, bizse o gölgeye bakıp aydınlandığımızı sanıyoruz.

Aslında Erdoğan’ın derdi tarih dersi vermek değil. O, yalnızca bir deneme yapıyor.
Sayın A. Ekber Eker’in dediği gibi: “Bakın bakalım, ne dersem alkışlıyorlar mı?”

Ve evet… Alkışladılar. Sanki toplu iğne değil, toplu yanılgı üretildi. Salon adeta alkıştan titriyordu; gerçekler ise o alkışın altında eziliyordu.

Bir zamanlar Cumhuriyet, iğneyle sanayiyi dikmişti; şimdi birileri aynı iğneyle geçmişi söküyor. “Tank yaptık” dediler, rampada paslandı. “Yerli otomobil” dediler, kırk yamalı bohçaya döndü. Fakat o replik hiç değişmedi. “Bir toplu iğne bile üretemiyorduk.”
“Sahi mi?”
diyesi geliyor insanın.

Bu sahne, meşhur hikâyeyi anımsatıyor: Muaviye bir gün halkına erkek deveyi gösterip, “Bu deve dişidir!” demiş. Halk hep bir ağızdan bağırmış: “Dişidir efendimiz, dişidir!”

Bir gariban dayanamamış: “Efendim, ama bu erkek…” deyince Muaviye gülmüş:
“Biliyorum, ama bak bakalım, kim bana karşı çıkabiliyor?”

İşte bizim hikâyemiz budur. Bu ülkede gerçeğin cinsiyeti bile değişti. Erkek deveye “dişi”, sanayiye “yok”, eleştiriye “hainlik” deniyor. Ve her şey, ama her şey, alkışla onaylanıyor.

Cumhuriyet’in iğnesi vardı, ipliği sağlamdı. O iğneyle bağımsızlık dikilmişti.
Şimdi biri çıkıp o dikişi sökmeye kalkıyor; “yerli ve millî” diye yeni bir kumaş dikmeye özeniyor. Fakat kumaşın ipliği gevşek, rengi soluk, dokusu çürük. Gerçeğe değil, algıya dayanıyor.

Sahi, gerçekten iğne üretemiyorsak; kim dikti bu “yerli ve millî” masalını?
Kim biçti bu kumaşı, kim astarını yalanla tutturdu? Gerçek, iğnenin sivri ucunda parlıyor:
Bugün ihtiyaç duyduğumuz şey iğne değil, iğne gibi delici bir hafızadır.

Çünkü gerçekler, en keskin ucuyla yalanın balonunu deler, patlatır. Sorun iğnede değil; onun her dediğine alkış tutanlardadır.

Cumhuriyet’in iğnesiyle dikilmiş bir geçmişi, lafla sökmeye kalkarsanız; iğne de iplik de elinizde kalır.

Unutmayalım ki: Bu ülkede artık kimse “toplu iğne” üretip üretmediğini değil,
toplu algı yaratıp, “toplu inanç” üretiminde ne kadar yol aldığımızı tartışıyor.