TIFIL MUALLİM (ÇOCUK ÖĞRETMEN) - 57 -

Abone Ol

23 NİSAN

Daha bizler doğmadan, çok yıllar öncesiymiş.

Yurdumuza düşmanlar,  yakıp yıkarak girmiş.

Atatürk’ün Samsun’dan yurda yayılmış sesi.

Toplamış Ankara’da asker, sivil herkesi.

Bin Dokuz Yüz Yirmi’nin Yirmi Üç Nisan Günü.

Kurulan Meclis ile yayılmış O’nun ünü.

O kahraman Atatürk, önder olmuş ulusa.

Büyük bir ordu kurmuş, kalmamış kaygı tasa

Savaşmış düşmanlarla, onları yurttan kovmuş.

Yurtta halk yönetimi, bu meclisle kurulmuş.

Yurtta eski ve köhne, her ne varsa kaldırmış.

Yenilikler getirmiş ülkeyi kalkındırmış.

Atatürk hayran etmiş, Türk’e koca cihanı.

Bize bayram bırakmış, bu Yirmi Üç Nisan’ı

Ne mutlu Türk’üz bize, sonsuzdur övüncümüz.

Hep ileri gitmekte, Atatürk’tür öncümüz.

Sonra diğer öğrenciler de şiirlerini okuyarak bolca alkış alıyorlar izleyenlerden. Bir öğrenci yönetiminde, koro halinde okul şarkıları söylüyorlar. Ardından eğlenceli yarışmalara geliyor sıra. Önce yumurta yarışı, Belirlenen yerde yarışmacı öğrenciler sıraya diziliyorlar. Her yarışmacının sapından ağza alınmış ağaç kaşığının içine pişmiş yumurtaları var. Yarış işareti verildikten sonra yumurtasını düşürmeden belirlenen yere ulaşan öğrenci yarışı kazanmış oluyor. Derken onun ardından çuval yarışı, halat çekme yarışı ve buna benzer yarışlar yapılıyor. Neşeli, coşkulu, curcunalı, eğlenceli yarışlar bunlar. Anaları babaları da sevinçle, gururla izliyorlar çocuklarını. Alkış sesleri ve coşkulu sevinç çığlıklarıyla dolup taşıyor tören alanı. Sonunda töreni sonlandırarak, bayramı izlemeye gelenlere de teşekkür ediyorum.

Çocukları geldikleri biçimde yeniden yürüyüş koluna geçirerek, okula doğru yönlendiriyorum.

Öğrenci velilerinden birçoğu yanıma gelip, bugüne kadar böylesine şenlikli ve bayraklı bayram izlemediklerini söyleyip kutluyorlar beni.

Hacı Mustafa Dayı da:

“Yaşa Tıfıl Muallim,” diyor “Ben de Gazi Paşa’nın (Atatürk) askeriydim. Bu ülke kolay kazanılmadı. Nice kan döküldü. Nice can verildi.  Allah o günleri bir daha göstermesin. Seni dinlerken gözlerim yaşardı. Ne güzel anlattın. Ne yazık ki ömrü kısa oldu Gazi Paşamızın. Allah rahmet eylesin. Nur içinde yatsın. Seni ilk gördüğümde herkes gibi ben de, pek bir şeye benzetememiştim ama yanılttın bizi. Hele de çocukların ellerindeki bayraklarla bayramı gerçekten bayrama benzettin. “Akıl yaşta değil, baştaymış” sözünü atalarımız boşa dememişler. Bu söz sanki senin için söylenmiş. Sen ne cevhermişsin de bizim haberimiz yokmuş muallim! Helal olsun seni doğuran anaya, yetiştiren babaya ve okutan öğretmenlere. Gözüme girdin açıkçası. Bugüne kadar çok öğretmen gelip gitti ama senin gibi bu işi layıkıyla başaran çıkmadı.”

Doğrusu ya, gururumu okşamıştı Hacı Mustafa dayının sözleri.

“Çok sağ olun” dedim. “Bayram sonrası okullar kapanmadan okula gelir bizi onurlandırırsanız seviniriz. Kurtuluş Savaşı’nı nasıl kazandığımızı, o savaşın canlı bir tanığı olarak öğrencilerle birlikte sizden dinleriz.”

“İnşallah” diyor.

Kendisinin savaş gazisi olduğunu biliyordum.

Okul şarkıları ve marşlar söyleyerek okula doğru yönleniyoruz öğrencilerle. O öğrenciler ki bizim umudumuz, bizim geleceğimiz”

Atatürk Türkiye’sinin bir bireyi, bir öğretmeni olmanın gururu ve onuruyla başım dik yürüyorum öğrencilerimle birlikte..

HASAN

Havalar güzelleştikçe ben de köy dışında kır bayır dolaşıyor, baharın güzelliğini yaşamaya çalışıyorum. Canım odaya girmek istemiyor. Ama karanlık bastırınca zorunlu olarak nem ve küf kokan adama çekilmek zorunda kalıyorum.

Bu gezilerimde bana, kimi zaman Yusuf, kimi zaman da oda sahibimizin oğlu Hasan Altınok eşlik ediyor. Hasan, aynı zamanda Yusuf’un dayısının oğlu... Hasan, yüzünden gülümsemesi hiç eksik olmayan neşeli bir genç... Onunla köyün güneyini doğudan batıya çevreleyen yamaçları, tepeleri dolaşıyoruz. Arada bir bağlara doğru geziye gidiyoruz. Bağlar bu tepelerin arkasındaki vadiye serpilmiş. Hasan, ilkokulu bitirdikten sonra bir süre Sungurlu Ortaokulunda devam etmiş ama ortaokulu bitirmeden ayrılmış. Ardından da Kuran kursu öğrencisi olmuş. Benimle yaşıt. Hasan neşeli olduğu kadar, yüzünden kan damlayan sağlıklı bir genç. Herkes gibi o da güreşe meraklı. Odama gelir gelmez bir perdah yapıp, “haydi bre pehlivan!” diye nara atarak dalıyor bana. Yapma, etme desem de dinlemiyor. Benden daha iri yapılı ve güçlü... Güreşten anlamasam da zorunlu olarak ben de var gücümle direniyorum ona karşı. Ter su içinde kalıyoruz ama hiç yenişemiyoruz.

(SÜRECEK)