Daha sonra Hasan beyin isteği doğrultusunda öğrenciler arasında yarışmalar yaptırıyoruz. Bunlar “halat çekme”, “koşu”, “mendil kapmaca” ve “kim kazanacak” yarışmaları… Genel de hep Fikri beyin öğrencileri yarışıyorlar.
Derken güneş yükseliyor, öğrenciler acıkıyorlar. Öğle yemeklerini en az 4-5 kişilik gruplar halinde yemelerine özen gösteriyorum. Yalnız başına yemek yiyen öğrenci bırakmıyorum. Bazı öğrenciler baskılı ailelerin çocuklarıdır. Ve oldukça tutukturlar. Oyunlara bile katılmaz, yalnızlığı seçerler. Kimisi de yoksuldur, azığı yavandır. Onlar da gruplara girmeye cesaret edemez; yavan ekmeklerini yalnız başlarına yemek durumunda kalırlar. İşte böylesi durumlara fırsat vermemek için, dört beş öğrencinin azıklarını birbirleriyle paylaşarak yemelerini sağlıyorum. Böylece herkes, farklı farklı azıklardan az da olsa farklı yiyecekler tatmış oluyorlar.
Öğle sonu da öğrencilerin şenlikli oyunları ve eğlenceleri sürüyor. Sesi güzel olanlardan türküler dinliyoruz. Ardından, korolar oluşturulup okulda öğrenilen şarkıları söyletiyor başarılı bir öğrenci. Ardından sıra bilmeceler geliyor. Sonra komik fıkralar anlatılıyor.
Doğal olarak her güzel günün bir sonu olduğu gibi, bu güzel günün de sonuna geliyoruz. Güneş ikindiye doğru eğilirken bizler de toparlanıyoruz. Öğrencileri ikişerli sıra yapıyoruz hemen. Bir başka gezide yeniden buluşmak dileğiyle veda ediyoruz komşu köylerin öğretmen ve öğrencilerine.
Onlar köylerine yönlenirken; biz de güneydeki köyümüze doğru yola çıkıyoruz.
Öndeki öğrenci, “Onuncu Yıl Marşı”nı söyletmeye başlıyor öğrencilere. Ben de katılıyorum onlara:
“Çıktık açık alınla, on yılda her savaştan,
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan.
Başta bütün dünyanın saydığı Başkumandan
Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan…”
ODAM YAĞMURA KONUKSEVER
2 Nisan 1962, Pazartesi.
Sungurlu’dayım. Yolluğumu beş ay sonra alabiliyorum ancak. Öğle sonu da maaşımı… Yolluğum 87 lira 85 kuruş, maaşım 366 lira 15 kuruş, makam ücretimse 42 lira olmak üzere toplam 496 lira para geçiyor elime.
Kendime ait bu kadar çok toplu parayı, ilk kez bir arada görüyorum. İlk iş olarak 75 lira olan borcumu verdikten sonra postaneye koşuyorum. 150 lira babama, 40 lira saat borcuma ve harçlık olarak da kardeşim Eşref’e para postalıyorum.
Akşam Sungurlu’da kalıyor, kendime bir iyilik ederek o dönemin tek eğlencesi olan sinemaya gidip, iki film izliyorum.
3 Nisan Salı günü köye döndüğümde ise, yağan yağmur nedeniyle odamı yine akmış olarak buluyorum. Dertleniyor, kederleniyor; oracıkta şu dizeleri karalıyorum.
Şu odamın çatısı ne kadar konuksever,
Danışmadan yağmuru odama konuk eder.
Damlalar birikerek göl olurlar odamda
Koyarlar yüreğimi, hem kederde, hem gamda
Ah bu çileli başım! Ne zaman halas bulur?
Dertlerden kurtularak, ne zaman mesut olur?
Hep mi kaderim benim acı çekmek, üzülmek?
Ne zaman kısmet bana, neşelenmek ve gülmek?
BOĞAZKALE’YE GEZİ
14 Nisan 1962, Cumartesi.
Yusuf Başer ve Sarıkaya Köyü İlkokulu öğretmeni Sabri Göçü’yle Sungurlu’da buluşarak, Boğazköy’e gidiyoruz. Amacımız Eti’lerin (Hititler) merkezini görmek. Boğazkale’deki turistik otelde çalışan Yusuf'un bir akrabası varmış. Yusuf onu buluyor. Otelde yerimizi ayırttıktan sonra bizi, akşam yemeğine evine götürüyor. Yemek sonrasında çaylarımızı içerken, bir süre söyleşiyoruz. Daha sonra kendilerine bu candan konukseverlikleri için çok teşekkür ederek gece kalacağımız otele geliyoruz.
15 Nisan 1962, Pazar.
Sabah kahvaltısından sonra Yusuf’un akrabası bize rehberlik yapıyor ve gezdiriyor bizi. Yürüyerek doruğa kadar çıkıyoruz. Buraya Büyükkale deniliyormuş. Oradan, Çorum topraklarında kurulmuş bu büyük uygarlığın kalıntılarını hayranlık ve ilgiyle izliyoruz. Koca Hattuşa kenti görkemli bir biçimde göz ufkumuzda. Tünel’i, bir baştan bir başa yürüyoruz.
Boğazkale’de kentin asıl merkezi Büyükkale’ymiş. Büyükkale’nin kuzeybatı yamacında Hitit İmparatorluk Devri özel evleri ile büyük tapınağın yer aldığı Aşağıkent bulunmakta. Kentin güney kısmını oluşturan Yukarıkent M.Ö. 13. yüzyılda kralları tarafından yapılmış sandık tipi surlarla çevrilmiş. Bu surda, Kral Kapısı, Aslanlı Kapı, Sfenkli Kapı ve Yer Kapı bulunmakta.
Surların üzerinde dolaşıyoruz. Ardından rehberimiz bizi Yazılıkaya Açıkhava Tapınağı’na götürüyor. Yarım saatten fazla sürüyor oraya varışımız. Tapınakta kayaların yüzünde Tanrı ve Tanrıça kabartmaları var. Kral IV. Tuthaliye’nin kabartması burada. Galeriye girişte kanatlı aslan tasvirleri göze çarpıyor. Bir fotoğraf makinemizin olmayışına üzülüyoruz. Boğazköy’de aşağı kentte büyük tapınak, yukarı kentte 31 tapınak ve Büyükkale’nin yer aldığını rehberimiz söylüyor. Neler neler görüp, neler neler öğreniyoruz. Bu gezi bizler için gerçekten çok yararlı oluyor.
Gönlümüzce gezip, görüp, bilgilendikten sonra öğle sonu Sungurlu’ya dönüyoruz. Sungurlu’dan da bindiğimiz bir otobüsle köy yolunda inip, akşama köye ulaşıyoruz Yusuf’la.
(SÜRECEK)