TIFIL MUALLİM (ÇOCUK ÖĞRETMEN) - 41 -

Abone Ol

AYAK BİLEĞİM BURKULUYOR

18-19 Ocak 1962 günleri için de cep takvimime şu notları düşmüşüm.

18 Ocak Perşembe.

Hava fena değil. Okulda öğle ara vermesinde köyün gençleriyle ve yetişkin öğrencilerle “Topal Seksek” oynarken ayak bileğimi burkulttum.

19 Ocak Cuma.

Akşam, Yusuf beni Osman Ramazan Hoca’nın babasına götürdü. Burkulan ayağıma bıçak vurdurdum.

Bu konuyu biraz açmak isterim.

18 Ocak 1962, Perşembe.

 Öğle ara vermesindeyiz. Okulun bahçesine köyün gençlerinden birkaç kişi geliyor. Köylerine özgü bazı oyunları oynuyoruz. Ben de onlara “Topal Seksek Oyunu”nu tarif ediyorum. Onu oynarken, (ben sekiyordum) sağ ayak bileğim burkuluyor. Yerde yarı gömüdeki bir taş yapıyor bana bu azizliği. Ayırtına varmadan taşın kıyısına basıyorum, ondan sonra da olan oluyor. Düştüğüm yerden bir süre kalkamıyorum. Çünkü dayanılmaz biçimde sancı yapıyor ayak bileğim. Ayağımın üzerine kısa sürede kan oturuyor. Her ne değin ovuyorsam da bir yararı olmuyor ve ayağım somun gibi şişiyor. Bir süre sonra güçlükle ayağa kalkabiliyorsam da yere basamıyorum. Ayağım da ayakkabıma sığmıyor. Ayakkabımın tabanına basarak ve aksayarak gidebiliyorum öğle sonu dersine. Dersi de oturduğum sandalyemde sürdürüyorum. Akşam paydosundaysa eve aksayarak güçlükle gidiyorum. Müthiş canım yanıyor.

Ayağımın rahatsızlığı gece de sürüyor, uyuyamıyorum sancısından.

19 Ocak 1961 Cuma.

Sabah aksayarak güçlükle ulaşıyorum okula. Dersimi de hep sandalyem de oturarak sürdürüyorum. Öğle ara vermesinde okulda kalıp. Akşam paydosunda yine köy içindeki odama güçlükle gidebiliyorum.

Beni o gün öğleyin Cuma namazında göremeyen Yusuf merak etmiş.  Eve gelip ayağımın durumumu görünce üzüldü elbette.

 “Çok kötü burkultmuşsun. Bu ayakla dünden beri nasıl yürüyorsun, anlamadım doğrusu. İnsan bana haber vermez mi hiç?” diye sitem ediyor.

“Versem ne olacak ki? İyileşecek mi sanki?”

“Kendi halinde bir ayda düzelmez bu. Müdahale edilirse bir haftada bir şeyin kalmaz.”

“Nasıl olacak?”

“Hadi kalk. Seni, Osman (Ramazan) Hoca’nın babası Ahmet ağaya götüreyim. O, bu işlerin uzmanıdır. Köyün sınıkçısıdır. Yani kırık çıkık işlerine bakar. O tedavi eder seni.”

“Peki” diyorum. Yusuf’um omzuna tutunarak, kalkıp çıkıyoruz odadan.

Osman Ramazanların evi durduğum odanın alt tarafında, Yusufların evin çaprazına düşüyor. Osman Ramazan 30-35 yaşlarında dini eğitim görmüş, zaman zaman bana da uğrayan eğitimli birisi. Babası da 65-70 yaşlarında, kendi halinde halim selim birisi.

Kapıyı Osman Hoca açıyor. Buyur ediyor. Babası da evdeymiş. Bizi güler yüzle karşılıyorlar. “Geçmiş olsun” deyip, hoş beş ediyorlar. Yer minderlerine oturuyoruz. Konuyu Yusuf açıyor; ben de kısaca özetliyorum olayı.

Çorabımı çıkarıyorum. Bakıp gözden geçiriyor Ahmet Ağa.

“Kötü burkmuşsun” diyor. “Üstelik çok da şişmiş.Keşke dün gelseydin.”

Benim soran gözlerle baktığımı görünce.

“Demem o ki, bir gün önce iyileşirdi ayağın. Ama yine de gecikmiş sayılmazsın” diyor.

“Nasıl bir işlem uygulayacaksınız Ahmet ağa?”

“Ayağının üzerine kan oturmuş. Bu kirli kanı oradan alacağız.”

“Nasıl?”

“Çok basit.”

“?!”

Yusuf işin şakasında… Gülerek;

“Ameliyatla olacak” diyor. “Nasıl dayanacaksın bakalım?”

“Karşındaki muhallebi çocuğu değil. Ben de köy çocuğuyum, dayanırım” diyorum ama nasıl bir işlem uygulayacaklarını da bilmiyorum doğrusu.

“Göreceğiz bakalım.”diyor Yusuf

“Eh, göreceksiniz,” diyorum ben de.

“Fazla acımaz,” diyor Ahmet Ağa

“Acısa da dayanırım.” diyorum

Ardından gelinine sesleniyor:

“Bir “paaç”  hazırlayın hemen.”

Oğluna buyuruyor:

“Sen de ispirto ocağıyla çantayı getir.”

Osman Hoca denileni yapıyor.

Çantada usturalar, ustura bileğisi,  pens, pamuk, ispirto şişesi vb. gibi şeyler var.

Oturur durumda, ayağım uzatılı, ameliyata(!) hazır.

(SÜRECEK)