Yolu yarı etmiştik ama ıslanmış, üşümüştük iyice. Elimiz ayağımız tutmaz olmuştu. Başımdan boynuma aşağı sızan yağmur suyu kaputun yakasını ısladığından, buz gibi yapışıyor bedenime. Haydar’la Çelebi ise, suya girmiş de çıkmış gibiydiler. Giysileri yapış yapıştı bedenlerinde. Öyle olduğu halde, hiç aldırmıyorlar. Özverili, sevecen, insancıl, saygılı, dayanıklı ve civanmert Anadolu çocukları onlar. Yabancıya karşı da geleneksel konukseverliğin simgesi gibiler.
Bir yokuşu daha çıkıyoruz ağır aksak. Uzaklar, yağan yağmurun ve karın etkisiyle pus içinde yine. Çıktığımız doruktan da bir dereye aşağı iniyoruz. Çiseleyen yağmur dinmiş, sulu sepken kara dönüşmüştür şimdi de.
Derede, köye giden yolun kıyısında, önünde taş oluğuyla bir çeşme var. Burada karlar erimiş, yemyeşil çayırlık karla bir tezat oluşturmuş çeşmenin önündeki boşlukta.
Haydar:
“Atları bir sulayalım” diyor, iniyor attan. Biz de iniyoruz.
Ama indiğimize de pişman oluyoruz. Çünkü boştaki at Çelebi’nin bindiği ata saldırıyor birden. Onun atı da birden silkinip kurtuluyor Çelebi’nin elinden. Canları oynaşmak ya da boğuşmak mı istiyor, anlamıyoruz. Çeşme önündeki boşlukta şahlanarak, çifte atarak, kişneyerek dört dönüyorlar. Birbirlerine zarar verecekler diye endişeleniyoruz.
“Aman!” diyorum. “Birbirlerini sakatlayacaklar.”
Çelebi, sonunda yakalıyor atını. Haydar atına binmiş, bizleri bekliyor. Ben de bineceğim ama elimdeki dolu fileyle binemiyorum. Benin atım da huysuzlaşıp kişneyerek elimden kurtulmaya çalışıyor. Zor zaptediyorum. Fileyi Çelebi’ye vererek atlayıp biniyorum sonunda. O tam fileyi bana uzatacağı zaman, atı yeniden huysuzlaşıyor. Birden silkinerek yuları elinden kurtarırken, fileyi de yere düşürüyor. Bulunduğumuz yer çeşmenin biraz açığında hafif çayırlık bir yer. Fakat at da aksi gibi tam filenin üzerine basmaz mı? “Eyvah!” diyorum içimden. Sonunda korktuğum başıma geliyor. Şeker dökülüp, çay paketi patlıyor, diğerleri de çamura beleniyor. Çelebi bu kez atı unutup, yerdeki dağılan çayı, şekeri toplamaya çalışıyor.
“Boş ver” diyorum. “Kalan bana yeter. Sen fileyi ver de atını yakalamaya bak.”
“Olur mu Hocam?” diyor mahcup bir tavırla.
Ben ısrar edince uzatıyor fileyi. Atını da bin bir güçlükle yakalayarak biniyor sonunda. Boştaki huysuz atı da önünüze katarak, yeniden yollanıyoruz köye doğru.
Daha da sertleşmiş olan havada sulusepken kar yağışı sürüyor.
Çok sürmüyor, köye ulaşıyoruz.
Köyün içindeki çamur çıkılacak gibi değil. Yusufların evi yolun kıyısında. Avlunun, geniş kanatlı kapısı açık… Haydar’la birlikte atları avluya sürüyor, örtmenin altında attan iniyorum. Önce sırılsıklam olmuş ağır asker kaputunu çıkarıyorum sırtımdan. Ardından da fileyi heybeden... Sonra atın yularını uzatıyor, teşekkür ediyorum Haydar’a.
“Sözümü olur Hocam” diyor Haydar. “Bir şey değil! At, öbürü gibi boş gelecekti. Hiç olmazsa bir işe yaradı.”
Atı da yularından tutup yedeğine alıyor, el sallayıp yürüyor.
Yusuf’la Çelebi’yi uğurladıktan sonra, evin kapısını çalıyor:
“Yusuf!” diye sesleniyorum.
Yusuf’un annesi açıyor kapıyı. Buyur ediyor. Giriyorum sıcak odaya. Ama Yusuf yok. Babası evde. Selamlıyorum.
“Gel Muallim Efendi” diyor.
Fileleri bir kıyıya bırakarak sobanın biraz uzağına oturuyorum. Çünkü çok üşümüştüm.
“Bu ne hal Muzaffer Efendi oğlum?” diyor kadın.
“Sorma” diyorum. “Dünden Sungurlu’ya gitmiştim. Bugün de döndüm.”
“İnsan böyle havada kasabaya gider mi hiç?”
Kocası da tasdikliyor sözünü.
“Öyle ya” diyor. “Ne işin var bu havada yollarda. Ya kurda kuşa yem olsan, ya da karda ayazda donsan ne olacak?”
“Allah esirgesin” diyor eşi.
“Arabadan Alembeyli’de indim. Çelebi’yle Haydar’a rastladım orda. Kardeşlerini izin sonrası askere yolcu etmeye gelmişler. Onların atıyla geldim. Asıl onlara rastlamasaydım işim kötüydü”
“Ya!”diyor Yusuf’un anası. ”O da Allah’tan. İyi ki rastlamışsın onlara.”
Hazırda çay varmış. İçtiğim iki bardak çayla kendime geliyor, ısınıyorum biraz.
Toprak damlı evleri damlamaya başlamış yağmurdan. Damlaların altına leğen ve kova koymuşlar.
Odamı merak ediyor, telaşlanıyorum ben de.
Onların evi damlar da benim odam damlamaz mı? Haydi haydi damlar.
“Bir an önce gitmeliyim” diyerek ayağa kalkıyorum.
“Nereye?” diyor Yusuf’un annesi.
(SÜRECEK)